Veron Tapınağı

495 24 1
                                    


Denis'in ölümü ve ondan bize kalanlar hepimize bir kırbaç gibi vurmuştu. Onu kandırdığımızı sanıp bütün kaynaklarından faydalandık. O ise bütün yaptıklarımızı hesaba katarak bizlere elinde ne varsa hepsini verdi. Birkaç kimseye ellettirmediği hatırasını almak için Damla ile ölüm bankası denen bir yere gittik. Orayı bulmamız biraz zor oldu. Ama ondan sonra karşımıza çıkanlar daha zorluydu. Dev bir kapının önünde durduk. Damla bana bakıp gözlerini umutla kırptı. Bakışlarından aldığım cesaretle kapıyı üç kere tıkladım. Her vuruşumda dev metalden çıkan sesler kulak zarımızı delicesine titretiyordu. Birkaç saniye sonra kapının tekerlekleri yavaş yavaş hareket etmeye başladı. Gıcırdayan menteşeler dişlerimizi titretiyor, kulaklar zarımızı çiziyordu. Karşımıza çıkanlara güçlü bir duruş sergilemek için hislerimi fazla yüzüme yansıtmamaya çalıştım. Kapı 70 sanitmetrelik bir boşluk açtıktan sonra durdu. Önümüze 500 metrelik upuzun bir kraliyet yolu çıktı. Damla kulağıma eğilip;

"Denis, saf kan bir kimyacıymış." dedi. Kesinlikle bu düşüncesinde haklı çünkü her kimyacı bu dev bankaya eşyalarını emanet edemez. Frau'ndan öğrendiğim kadarıyla kimyacıların 4 ana merkezi var. Birincisi Sri Lanka'daki dev tapınak, ikincisi Yunanistan'daki kimya laboratuarı, üçüncüsü Kraliçe Charlotte Adaları'nda bulunan asker kambı ve dördüncüsü Moskova'daki Veron Tapınağı. Ruslar simyacıları tanıdıkları kadar kimyacıları da tanımıyorlar. Bu yüzden onların dünyanın merkezi olarak kabul ettikleri bu ülkede olanlardan haberleri olsa kimyacıların "Ölüm Toprakları" dediği, Sahra Çölü'nden sonraki ölüm toprakları Rusya olurdu. Dev yolun kenarlarında şimdiye kadar tahta çıkan kralların evcil hayvanlarının heykelleri duruyordu. Yolun en sonundaki sütun boş bırakılmıştı. Belli ki çok yakında yeni bir sütun inşaa etmek zorundalar. Çünkü eğer bize saldırırlarsa soylu olduklarına bakmam herkesi iyonlaştırırım. Zaten bütün bir yol boyunca peşimizi bırakmayan iki askere patlamamak için kendimi zor tutuyorum. Sarayın dev kapıları önüne gelir gelmez sonuna kadar açıldı. Kapı direk tahtın bulunduğu büyük salona açılıyordu. Damla;

"Eğer anlaşma yapamazsak bu kapıdan cesetlerimiz çıkar farkındasın değil mi?" dedi. Büyük bir nefes alıp bıraktıktan sonra;

"Bugün hava ölecekmişiz gibi kokmuyor" dedim. Gerçektende içeriden gelen sümbül kokuları ölmek için gereksiz derecede güzel kokuyordu. Salonun en sonunda bulunan dev taht zümrüt taşından yapılmıştı. Kimbilir bu dev tahtı yapmak için kaç tane çocuk simyacıyı öldürdüler? Elbet bir gün her çocuğun intikamını alacağız. Ama o gün bugün değil. Bugün buraya sadece Denis için geldik. Tahtın üzerinde kızıl saçlı, beyaz tenli bir kadın oturuyordu. Üzerindeki siyah ipek elbise hüzünlü olduğunun belirtisiydi. Eğer bir krallıkta kral üzgünse halk da üzgündür. Gidip sebebini bir öğrenelim bakalım. Tahta 10 metre kala genç bir çocuk;

"Bu ölümlü bedenleri huzurunuza kabul ediyor musunuz majesteleri?" dedi. Damla sinirlenip;

"Ölümsüz krallarınızın hatıraları gözlerimizi kamaştırdı" diyerek gerekli cevabı verdi. Kadın elindeki kadehi baş ucunda bekleyen heybetli askere uzatıp ayağa kalktı. Belli ki Damla'nın sözleri ilgisini çekmişti.

"Sizin gibi zeki, güzel ve çekici bir kadının buralarda ne işi olabilir?"

"Yakın bir arkadaşımız çok kısa bir süre önce vefat etti. Onun geçmişini almaya geldik."

"Kimmiş bu kimyacı?"

"Denis Roth"

"Denis, demek öldü ha?"

"Tanışıyor muydunuz?"

"İlk ve son aşkımdı o benim. Babamı onunla evlenmek için ikna bile etmiştim. Ama o pes etti. Bu sarayın kanla kutsanmış duvarlarını artık kaldıramıyordu. Herkes onu hain olarak adlandırdı ama o doğru olana gitti. Peşinden bende gitmek istedim ama babam olacak alçak buna izin vermedi."

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin