Ankara'ya geldiğimiz ilk günden beri şehri keşfetmek için can atıyordum. Çok şükür Damla bizim canımızın sıkıldığını anladı ve o gün okula bizi de götürdü. Yaklaşık 250m ilerdeki tren istasyonuna doğru yola koyulduk. Damla'ya okulu hakkında pek çok şey sormak istedim ama yapamam çünkü sabahları aşırı derecede agrasif oluyordu. Bugün Zero'yu Aylin'le gönderip kafamı dinleyeceğim. Sınıfta her ne kadar Türkçe bilsem de bilmiyormuş taklidi yapacağım. Türkçe'yi 8. Sınıfta seçmeli ders olarak almaya başlamıştım. Daha doğrusu Sophie zorlamıştı. Tren istasyonuna geldiğimizde yine o tombiş çocuk bizi bekliyordu. Ona Çinli diye lakap takmışlardı, aslında hakediyordu bu lakabı. Bütün bir tren yolculuğu boyunca bana Çin'den getirdiği eşyaları anlatıp durdu. Ama ben onu dinlemek yerine trenden dışarı bakıyordum. Bu şehir fazla özgür değildi. Bizler İsveç'de istediğimiz şeyi yapabiliyorduk kimse de buna karışmıyordu. Ama burda heryer önlem bahanesiyle kilitleniyordu. Bizde arabayı kilitlemeye bile üşenirken burda bisikletlere on tane kilit takıyorlardı. Garip bir insan toplumuna sahiplerdi ama bir o kadar da cana yakınlardı. Özellikle üst komşunu yaptığı kuru fasulye-pilav ikilisi bi harikaydı. İsveç balık kokuyordu. Bu ülkede ilk defa doya doya acıktığımı hatırladım. Trenden indiğimiz yer bindiğimiz yere oranla daha kalabalıktı. 5 dakikalık küçük bir yolculuktan sonra okula vardık. Okulun yanında bir de tarih müzesi vardı. Okulun büyüklüğü taktiri hak ediyordu. Damla'nın anlattığına göre bu okul onların kurtarıcısı olarak nitelendirdikleri Atatürk tarafından Ankara'nın ilk kız lisesi olarak faliyet göstermiş. O zamanlar sadece 80 öğrencisi varmış. Öğrenci sayısı arttıkça okulu geliştirip bugünkü hale getirmişler. Okulun bahçesi betonla örülüydü. Tek tük ağaçlar etrafa dikilmişti. Kapıdan içeri girer girmez kızların saldırısına mağruz kaldım. Türkçe bilmediğimi düşünerek bolca iltifat etmişlerdi. Hatta içlerinden biri benimle evlenmeyi bile düşünmüştü. Gerçekten Türk kızları güzeller ama olmayacak hayal kurmayı pek seviyorlar. Cep telefonlarının hepsinde ünlü erkeklerin fotoğrafları var. Oysa İsveç'te çoğunlukla kızlar sevdiği çocuğun fotoğrafını koyar erkek ise sevip sevilmediğini ordan anlardı. İlk ders kimyaydı. En sevdiğim ders. Ama Damla'nın yoğun isteği üzerine bir köşede sessizce oturup bekledim. Öğle arasına kadar hayat böyle geçti. Öğle arasında Damla elimden tutup koştura koştura bir kızın yanına götürdü. Kız simsiyah saçları ve kumral teniyle büyüleyiciydi. Masmavi gözleri güneşten daha parlaktı. Bi an aşık olduğumu düşündüm. Kızın gözlerini kapatıp açtığında göz rengi sarı oldu. Herkes "vaooo" diye bağırdı. Aslında bunun sebebini biliyordum. İsterse şu an bir erkeğe dönüşebilirdi. Çünkü o bir Ametist'ti.
***
Daha önce hiç ametist görmemiştim. Daha çok bir şehir efsanesiydi. Büyük bir ihtimalle Frau beni ona aşık edip bu dünyadan gönderecekti. Ama çok geçti. Çoktan kız zincirlerini kırmıştı ve başkasına aşık olmuştu. İçeri uzun boylu, sarı saçlı, mavi gözlü bir çocuk girip kızın dudaklarını resmen yuttu. Midemin bulandığını hissedip koşarak lavaboya gitti. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra aynaya bakmak için kafamı kaldırdığımda arkamda kızın sevgilisi duruyordu. Göz kapaklarını kapatıp açtığında gözleri kıpkırmızı olup bir kurta dönüştü. Lanet olsun. Burda bile Kimyacı'lar peşimi bırakmıyordu. Duvara iyice yaslandım ama o iyice yaklaşmaya başladı. Elimden birşey gelmiyordu. Üstüme atlayıp arkamdaki dev duvarı yıktı. Şansımıza duvar okulun önüne bakıyordu. Öğle arası, bahçedesiniz, önünüze dev bir kurt düştü. Ne tepki verirdiniz? Siz ne tepki verdiyseniz aynısını oradaki çocuklarda yaptı. Damla işin içine girip herkesi o bölgeden uzaklaştırdı. Aylin ve Zero tersliği anlayıp okullarından buraya ışınlandılar. Kurt'un dev patisinin altında yatıyordum, elimden hiçbirşey gelmiyor ki öldüreyim şu salağı. Aylin ile Zero kurtun üstüne zıpladılar. Kurt yaklaşık 10 metre havada uçup müzenin içerisine girdi. Aylin Damla'nın yanına gelip ellerine dokundu. Bu da bir mistik güç galiba. Damla'nın geçmişine gidip olayı zihninde gördü. Kurt ayağa kalkıp normal bir insana dönüştü. Zero üstüne sıçrayıp birkaç saniye onunla dövüştü. Ama o bir kimyacı fazla güçlüydü. Zero'yu gökyüzüne fırlatıp yanımıza geldi. İçerden onun doğal olarak dostu olan sevgilisi ilk ametist gelip görünmez oldu. Aylin'nin boynuna dev bir bıçak batırdı. Aylin ise onu bıçakla onbinlerce parçaya ayırdı. Şaşırmayın. Simyacı'lar küçük yaraları iyileştirebilir. Herkes bitkindi. Birtek ben elimi sürmedim. Havaya kalktım ve el hareketimle bütün müzeyi kafasına indirdim. Etrafa yayılan dev toz bulutu hiçbiryeri göremez hale getirmişti. Aylin'nin parmak şıklatma sesinden sonra eve gelmiştik. Zero koşarak televizyonu açtı. Televizyonlarda sıcak haber olarak bizi gösteriyorlardı. O lanet okula başımı dinlemek için gitmiştim. Şimdi başıma bir ton iş açmıştım. Damla televizyonu izleyen herkesin beynini silmeye çalıştı ama az kalsın ölüyordu. Bütün dünya artık bizi biliyordu. Acilen bu ülkeden gitmemiz gerekiyordu. Yeniden bir yolculuğu kaldıramayacak kadar yorgunduk. Evin heryerini kilitleyip uyuduk. Aslında uyumaya çalıştık. Ne yapsak da aklımızdan o kavga çıkmıyordu. Aylin ilk ve tek Ametisti öldürdü. Ben bütün tarihi bir kimyacının başında parçaladım. Dünyanın bir numaralı aranan suçluları olmuştuk. Herşey o salak Ametist yüzünden olmuştu. Damla beni onun yanına götürmeseydi hiçbir şey olmayacaktı. Saol Frau, yine bizi en dibe soktun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...