Uçaktaki zamanda Jon'un telefonunu inceledim. Telefonuna sürekli gün içinde Aylin'le karşılaşma anlarını not tutuyodu. Ona olan sevgisi kelimelerle anlatmaya çalışmış, yine de anlattıklarından daha çok sevmişti onu. En sonunda telefonun şarjı bitti. Uçaktan iner inmez çöpe attım telefonu. Jon'la beraber anlırı da gitti. Sonsuza dek sadece ikimizin arasında.
Havaalanından çıkar çıkmaz Damla bir araba seçti, adamın gözlerine baktı. Adam eline anahtarı verip gitti. Nereye gideceğimizi sadece Robb biliyor olmasına rağmen direksiyona Oliver geçti. Bilmediğimiz sokakları geçip en sonun bir evin önünde durduk. Su yeşiline boyanmış ev fazla yaşlıydı. Birkaç camı kırılmış, kapısı yerinde yoktu. Çokta güzel olmasına gerek yoktu zaten, bizim işimiz laboratuardaydı. Arabadan inip evin içine girdik. Evi biraz tadilat yaptıktan sonra adam edebileceğimizi gördük. Bu üç katlı ev şehirden uzak bir banliyödeydi. Oliver ile Robb arabaya binip şehir merkezine gittiler. Döndüklerinde birkaç parça eşya, 4 tane cam almışlardı. İçeri girip camları yerleştirdik. Kızlar eşyaları düzeltip, evi temizlediler. Şimdi asıl önemli nokta laboratuardı. Yerden açılan kapağı yavaşça kaldırdım. Aşağıdan iğrenç bir koku geliyordu. Merdivenleri dikkatli adımlarla inerken yerinde olmayan tahta parçası yüzünden yere düştüm. Karanlığın ortasında, dev bir laboratuardı burası. Diğerlerine dikkatli olmalarını söyleyip ayağa kalktım. Kafamda hafif bir çizik oluşmuştu, pek bi hasar almadım. Dikkatli adımlarla dev bir kitaplığın önüne geldim. Rastgele bir kitap aldım elime. Kitap 100 yıldır yerinden oynamamış gibi tozlanmıştı. Hafif bir üflemeyle kapağındaki tozu sildim ama yine de kitabın adı okunmuyordu. Kitabın kapağını kaldırdığımda resimlerle birşeyler anlatılıyordu. Bunlar filozof taşının formülleriydi! Belli ki bu laboratuarın sahibi bir simyacıydı. Simyacının masasına gittim. Masanın üzerinde kapağı açılmış içi civa dolu bir şişe duruyordu. Damla;
"Burası onlarca ölü fare dolu!" diye bağırdı. Demek ki civa onları zehirlemişti. İçerde hiçbir yaşam belirtisi yoktu. Oliver eline aldığı bir sopayla camları kırdı. İçeri dolan hava biraz olsun iyi gelmişti. Robb eline bir balyoz almış laboratuara daha güzel bir merdiven yapmaya çalışıyordu. Yaklaşık yarım saatlik bir çalışmadan sonra evin içine çıkan bir yokuş yapmıştı. Bugünlük işimiz bu kadardı, yarına kadar havalandırıp öyle işlere başlayacaktık. Sophie bize dışardan pizza söylemiş. O kadar açtık ki kişi başına 5 dilim pizza düşmüştü. Yanında bir bardak kola akşam yemeğimiz hazırdı. Yemeği yedikten sonra koltukların üstünde konuşmadan oturuyorken birden kapı çaldı. Herkes ayağa kalkınca Zero harket etmememiz, onun kapıyı açacağını söyledi. Koşarak kapının önüne geldi. Kapıyı açıp açmamak arasında biraz düşündükten sonra kapıyı açtı. Kapıda her kim varsa Zero bir anda ağlamaya başladı. Kapıya yanına gittim. Kapının üstünde Jon'un kesilmiş kafası asılıydı! Bu... Bu imkansız. Birisi bizi çıldırtmak istiyordu. Delirmişti herkes. Kızlar bir yandan ağlıyor, Robb sokağa çıkmış sağa sola bakıp onu oraya asan kişiye bakınıyordu. Bunu her kim yaptıysa sırrımızı biliyordu. Bu bizim için büyük bir sorun. Biz sadece karışımı hazırlayıp buralardan gidecektik. Ama şimdi...***
Sabaha kadar kimse uyumadı. Saat 7 gibi laboratuara gittik. Laboratuar tamamiyle temizlenmiş, üstelik malzemeler olduğu yerdeydi. İyice paronayağa bağlamanın verdiği keyifle herkes delirmişti. Daha dün darma duman olan ev hiçbir ses çıkmadan nasıl düzeldi, aklım almıyor. Aylin sürekli yanımızdaydı, bunları onun yapması imkansız. Etrafta herhangi bir enerji dalgası algılamadık, simyacı veya kimyacı da olamaz. İyice çıldırmıştım. Aşağı inip masaların arasında dolaştım. Rastgele bir masanın çekmecesini çektim, içinde Jon'un telefonu vardı! Çekmeceyi kapatıp koşarak evden çıktım. Evin önüne geçip uzun uzun eve baktım. İlk günki gibi eski değildi. Kim yaptı bunu kim? Her kim yaptıysa durumumuzun farkında ve bize yardım etmek istediği belliydi. Avazım çıktığı kadar;
"Bize yardım etmek istediğini biliyoruz, hadi çık ortaya da kim olduğunu görelim." diye bağırdım. Birkaç dakika bekledim. Çalıların arasından tombul bir çocuk çıktı. Bu çocuğu tanıyordum. Bu Servet'ti! Bizim çinli neler neler yapmış kim bilir. Koşarak boynuna sarıldım. Yaptığı herşey için ona minnettardık. O olmasa bunca iş için uzun uzun uğraşırdık. Bunları nasıl yaptığını sordum. Bizim çinli 5 tane minik drone, 19 tane robotla heryeri düzenlemiş. Vay be, helal olsun. İçeri onu sokmak istedim ama gelmedi. Sebebini sorduğumda hiçbirşey demeden koşup gitti. Sende git, sen de bırak. Yanımızda kim dursa zarar görüyor zaten. Koca yürekli adam, sende git.
İçeri girip olan biten herşeyi anlattım onlara. Ağzı açık beni dinlediler. Konuşmam bittiğinde Damla alkışlayıp"Helal olsun be Çinli!" dedi. Artık laboratuarda çalışmalara başlayabilirdik. Deneme-yanılma yoluyla gideceğimiz için ilacı yapmamız ortalama 1-2 haftamızı alırdı. Hadi bakalım, kolay gelsin bize.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...