Neden Jon, Neden?

858 39 3
                                    

Zero bir yana, diğerleri bir yana, onca yaşananlardan sonra ben bir tarafa. Yüreğimizin boşluğunu doldurmak isteğiyle artık bu maceraya son vermenin vakti gelmişti. Zor olsa da yapmalıydık. Her gittiğimuz yerde yeni bir maceralar, yeni dostlar, yeni dertlerle karşılaştık. Bu yolculuk bizi çok yormuştu. Daha önce hep başkaları gibi olmayı isterdim ama şimdi istemesemde gitmek istiyordum. Evet, biraz garip ancak bunu yapmak zorundaydık. Zero ölüyordu. Kalbi kaldırmıyor, her geçen gün evrim geçiriyordu. Üzerinde biraz çalışsa şu an dünyayı ele geçirebilecek bir güce sahip olduğunu anlardı. Ama bunu ona söyleyemezdik, onu kaybetmeyi göze alamazdık. Uykusuz geçen dev bir geceden sonra gitmenin vakti gelmişti. İstemeyerek yataktan kalkıp boş gözlerle pencereden dışarı baktım. Jon dışarı gidiyordu. Sabahın bu saatinde ne işi var ki dışardaydı. Perdeyi çekip karşımda duran, dolaba yaslanmış valizi alıp yatağın üstüne koydum. Yavaş yavaş aynalı dolabın kapağını açtım. İçinde hayatım boyunca asla sahip olamayacağım kadar kıyafet vardı. Bu misafirlikte Robb'un bizim için yaptıklarını asla ödeyemezdik. Onca maddi destekten öte Zero'nun hayatını kurtardı. Ama bu işten o da mutluydu, hayatının aşkını bulmuştu. Dolabtaki kıyafetlerin arasından sadece anı olacakları alıp kabaca bavula yerleştirdim. Dolabın kapağını kapatınca aynada Frau duruyordu. Arkamı dönüp sinirli bir surat ifadesi takınıp gözlerinin içine baktım.
"Neden geldin? Herşey bittikten sonra ne diye birden karşıma çıkıyosun?"
"Daha dur, asıl hikayen yeni başlıyor."

***

Frau'na olanları anlattıktan sonra aşağı indim. Herkes hâla odasında hazırlık yapıyordu. Sıvıları birleştirmek için Almanya'ya gideceğiz bugün. Ama bu hızla bugün okyanusu bile geçemeyiz. Dışarı çıkıp banka oturdum. Elimi göğsümün üstünde bağlayıp düşünmeye başladım. Başıma bir ton iş çıkmış ve bu sorunları teker teker çözmüştük. Daha ne kadar hikayem olabilecekti ki? Yine Frau başıma bir ton dert açıcaktı, bunu hissedebiliyorum. Adam zaten beni dünyadan soğutmak için herşeyi yapıyordu. Ama yaptığı her şey benim bu gezegene olan sevgimi daha çok arttırmıştı. Jack ve Dany sayesinde yepyeni yerler, yeni hayatlar, en önemlisi yeni dostlar tanımıştım. Hani derler ya her derdin bir hayrı vardır diye aynı öyleydi benim hayatım. Yaklaşık 15 dakika sonra Damla yanıma gelip oturdu.
"Hiç gitmek istemiyorsun buralardan değil mi? İnsanın ömrünü buralarda geçiresi geliyor. Sence giderek doğru birşey mi yapıyoruz?"
"Evim evim güzel evim. Yaban ellerde kendini sığıntı gibi hissediyorsun. Ama evinde, memleketinde öyle mi? Giy pijamanı, koy önüne cips dolu bir tabak, aç televizyonu dizi izle. Ama buralar bize fazla be Damla. Fazla sakin. Bize atraksiyon gerekiyor, bir günümüz sakin geçmiyor ki."
İçeri girdiğimizde herkes salona toplanmış sabah haberlerini izliyordu. Olay üzerinden 4 ay geçmişti ama hala haberlerde biz vardık. Dünya peşimizi bırakmıyor ki bi kafa dinleyelim. Robb herkesi sofraya çağırdı. Sofrada sadece bir sandalye boştu, orda da Jon oturuyordu. Robb;
"Jon'u göreniniz oldu mu?"
"Ben sabah pencereden gördüm, bir yere gidiyordu."
"Yol bilmez, iz bilmez. Nereye gider bu çocuk?"
"Belki biraz buranın son kez tadını çıkarmak istiyordur. Bırak dolaşsın, gelir birazdan."
"Ne dolaşması, 2 saat sonra uçağımız var Thomas. Ben onu aramaya çıkıyorum. Siz kahvaltınızı ben gelene kadar yapın, gelince havaalanına gideriz."
"Peki o zaman bulunca haber ver."
"Tamam."
Aylin önünde yemeğiyle oynarken aklı Robb'daydı. Bir bahane bulup da peşinden gitmek istiyordu ama hazırlanmamız lazım. Yemeği yiyip sofrayı topladık, Robb gelmedi. Bavulları alıp dışarı çıktık, Robb gelmedi. Arabaya binip havaalanına gittik, Robb yine yok. En sonunda Aylin kendini tutamadı, ağlamaya başladı. Oliver Robb'u aradı. Robb hala Jon'u arıyormuş. Biz bu uçakla gidecek, onlar yarın gelecekmiş. Yok öyle şey deyip biletleri bir gün sonraya aktardık. Bavulları bagaja yerleştirip eve gittik. Herkesin elinde bir telefon Robb'dan haber bekliyorduk. Akşam 6 gibi kapı çaldı. Aylin koşarak kapıyı açtı. Herkes Aylin'in etrafında gözü kan çanağına dönmüş Robb'a bakıyordu. Aylin;
"N'ol..n'oldu neredeymiş Jon?"
"Jon... Jon kendi... Kendini kayalıklardan..."
Herkes Robb'un ağzından çıkacak son kelimeyi bekliyordu. Atlamadı desin de yüreğimiz rahatlasın diye. Robb en sonunda kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Herşey o son kelimeyi anlatıyordu ama yine de bir ihtimal diye dimdik bekledim. Herkes ağlayarak içeri gitti. Kapıda bir ben, bir Robb öylece bakıştık.
"Ne olur atlamadı de, lütfen."
"Thomas o... O öld..."
"Sus, sakına o kelimeyi ağzından çıkarma. O ölmedi anladın mı beni ölmedi!"
Ölemezdi Jon. O benim şaka makinemdi. Kesin Robb'la anlaşmış bize şaka yapıyordu. İnanmadım dediklerine koşarak deniz kenarına gittim. Kimsecikler yoktu orada. Demek ki Jon ölmemişti. Denizin üstündeki yakamozu seyrederken suyun altından birşey yüzeye çıktı. Hareketsiz bir beden. Uçurumdan aşağı balıklama atlayıp daha demin gördüğüm şeyin yanına gittim. Bu Jon'du. Sapsarı saçları soğuk suyla ıslanmıştı. Üşür o böyle, ölür gider. İki elimi yapıştırıp ayaklarımla kıyıya kadar yüzdüm. Kumsalın üstüne yatırıp, baş ucuna oturdum. Uyanmasını bekledim. En sonunda benim de uykum geldi. Üstümdeki montun bi kısmını onun üstüne örtüp yanına oturdum. Medcezirin sesi bize ninni oldu. O gece rüyamda Jon'la beraber uzayın ortasındaydık. Jon elimi tutmayı bırakıp uzayın karanlığında kayboldu. Peşinden gitmeyi denedim, yerimden kımıldayamıyordum. Sabah gözlerimi açtığımda etrafımızı martılar sarmıştı. Ayağa kalkıp hepsini kovdum. Jon gözlerini kapatmış uyuyordu hala. Yorulmuş bütün gün herhalde. Ama artık uyanması gerekiyor, daha Almanya'ya laboratuara gideceğiz. Eğilip sarstım biraz. Hala aynıydı. Biraz daha şiddetli sarstım, hiçbir hareket yok. En sonunda sürükleyerek suya attım onu. Hala uyanmadı. Çakılların üstüne oturup ağlamaya başladım. Sevdiğini kardeşinin ellerinde mutlu görünce dayanmaz tabi yürek. Her ne kadar unuttum dese de unutmak kolay değil be. Değer miydi bir kıza Jon? Neden Jon, neden?

***

Ölü adımlarla evin yolunu tuttum. Yolda kim beni görse, ölü mü bu diyor. Ölüyüm ya ölüyüm. Yürüyen ölüyüm. Sadece kalbim atıyor, geri kalan her yerim ölü be. Dostunu koruyamayan adama yaşamak haramsa bana da haram bu hayat. Devam ediyorsam Zero için. Zero'nun hastalığı olmasa giderdim bende Jon'la sonsuzluğa. Bütün dertlerimi arkamda bırakıp giderdim. Ama dayanacağım, bu kötü hayatın dertleriyle baş edeceğim. Belki sonunda iyi birşey olur da iyiki yapmışım derim. Belki.
Eve geldiğimde herkes arabada beni bekliyordu. Kapıyı açıp ön koltuğa oturdum. Burada her zaman Jon oturur, bütün yol boyunca kafamızı şişirirdi. Onsuz bu arabada geçirdiğimiz son dakikalarda koltuğunda onu düşünüyordum. Sevdiğini söyleyememesine yanıyordum. En azından Aylin bilseydi bunu belki böyle bir delilik yapmazdı. Kaportada onun ipodu duruyordu. Kulaklığı takıp rastgele bir şarkı açtım. Beyonce çıktı karşıma. Güzel sesiyle Jon'u düşündüm. Acaba ne yapıyordur o soğuk denizde? Acaba kalbi son kez attığında ne hissediyordu? İçindeki dertler ne kadar canını acıtıyordu, tahmin etmek zor. Ama çok seviyordu be abi, çok seviyordu. Aylin için canını bile verirdi. Ama kader işte, o gün yüzüne gülmedi. Üzme canını Jon, Aylin emin ellerde...

***

Havaalanına girerken kapıda arama yapıyorlardı. Arabadan inip normal bir insanmış gibi yürüdüm. Arkamdan "ne yapıyorsun, delirdin mi sen!" diye bağırdı Zero. Önümdeki diğer insanlar gibi sıraya girdim. Sıra bana geldiğinde hiç bozuntuya gelmeden adama kendimi arattırdım. Bi anda etraftaki bütün polisler üzerime üşüştü. Hepsinin altında kalmışken gözlerimi kapattım. Gözümün önüne Jon geldi ve dedi ki
"Haydi yap da alem simyacı görsün.".
Bir anda adrenalin salgılamaya başladım. Kanımdaki şeker miktarı da artınca dayanamadım ve etrafa plazmalar halinde enerji saldım. Camlar parçalandı, polisler havaya uçtu, etrafı bir sessizlik kapladı. Bizimkiler arabadan inmiş yanıma koşuyorlardı. Almanya uçağı çoktan kalkmış gidiyordu. Elimden tutup koşarak piste götürdüler. Aylin uçağın arkasından uzunca baktı ve çığlık attı. Bir anda koltukların içinde, biletlerimiz elimizde otururken bulduk kendimizi. Bugün de gidiyorduk. Rahattım artık, gören görsün, duyan duysun umrumda değil. Alem simyacı görecek Jon, sen hiç merak etme.

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin