Korkuyorum. O lanet olasılar yüzünden deli gibi korkuyordum. Uzun bir süre kimseye görünmemeliyim. Odama çıktım, kapıyı kilitleyip sessizce ağladım. Gözlerim deli dolu bir ırmak gibi sürekli ağladım. Kimsecikler duymasın diye içime attım bütün acılarımı. Artık ne kadar bu acıyı tuttuysam bir gün birisine boşaltmam gerekiyordu. Bunu yapmalıydım. Yoksa her geçen gün daha çok agrasif olmaya başlayacağım. Hayatım boyunca ilk kez birisine bağırdım ben. Zero'nun hastalığı ondan çok beni öldürüyordu. Onu koruyamanın verdiği hayal kırıklığını da gömdüm içime. Daha ne kadarı var içimde, sayamıyorum. Kimisini unuttum deyip seviniyorum, hiç beklemediğim anda aklıma geliveriyor bi anda. Yaklaşık 5 saatim böyle geçti. En sonunda Damla dayanamayıp içeri daldı. Yatağa, yanıma gelip oturdu. Omzuma elini koyup o da ağlamaya başladı. Ağzımı açmadan bütün derdimi ona yükledim. O da benim gibiydi. Aylin için endişeleniyordu. Aylin bu aralar bizden ayrı takılıyordu. Yeni kankası bi anda Jon oluverdi. Bize anlatmadıklarını ona anlatıyordu. Bizi bırakıp gitmesinden korkuyordu. Onca hatıranın ardından
bizi bu macerada yarım bırakıp gidemez, o öyle bir kız değil. Gerçi bu aralar kim yapmaz desek de yapıyorlar. Kime güvenip kime güvenmeyeceğimiz belli değildi. Ama Damla inanıyordu. Aramızda duygu dünyasına en çok sahip insan Damla. O aşkta da, hasrette de, korkuda da en yakın dostunuzdu. Herkesin bir Damla'sı olur mu acaba? İnşallah vardır çünkü her şeyinizi anlar ve sizi en iyi teselli edecek kişi odur.
Bir saatte böyle geçtikten sonra uyumaya çalıştık. Gözlerim o kadar çok açık kaldı ki yastığa başımı koyar koymaz uyumuşum. Sabah kalktığımda herkes kahvaltısını yapmış, Damla'yla ben uyuyorduk. Kalkıp duşa girdim. Duştan çıktığımda Damla çoktan kalkmış üstünü başını giyinmiş, mutfaktaki masada önünde kahvaltı beni bekliyordu. Oliver'da kahve makinesinin başında fincanına kahve dolduruyordu. Masaya gidip oturdum. Uzun süre kahvaltılıklarla bakıştıktan sonra ilk seçimimi peynirden yana kullandım. Çatalıma kocaman bir peynir küpü batırıp ağzıma attım. Damla gözüme bakıp;
"Bugün Oliver'la etrafta Simyacı arayacağız. Sende gelmek ister misin?"dedi. Olur yani niye olmasın ki. Ben de Robb'u öldürmeye pek meraklı değildim. Kahvaltıdan sonra kimseye görünmeden montlarımızı giyip kapıya çıktık. Jon bahçedeki banka oturmuş ağlıyordu. Yanına gidip oturdum, Damla ile Oliver bizi uzaktan seyretti. Jon bana kanlanmış gözleriyle bakıp;
"Robb... O da Aylin'i seviyor. Ben nasıl gidipte kardeşimin sevdiğine çıkma teklifi yaparım ha nasıl?" dedi. Her ikisi de deli gibi aşıktı Aylin'e. Bana laf düşmez. Artık Aylin ikisinden hangisinin aşkını önce fark ederse onu seçer. Yazık oldu çocuğa. Sevdiği kızı kardeşi de seviyor. Ruhsal halini düşünemiyorum bile. Çok yazık.***
Yaklaşık birkaç kilometre ilerde birkaç sinyaller aldık. Bu da orda simyacı olduğu anlamına geliyordu. GPS'e uyup ormandaki bir gölün kıyısında durduk. Gölün tam ortasında havada bir adam durmuş, gözlerini kapatmış, ölü gibi sabitti. Birkaç saniye sonra sular yükselip etrafta değişik şekillerde havada uçuşuyordu. Adam bizi farkedince sularla beraber gölün kıyısına geldi. Yere indiğinde sular da göle düştü. Çok havalı ve hoş gözükyordu. Adam yanımıza gelip konuşmaya başladı;
"Merhaba kader ortaklarım, ben Max. 6. Seviye Simyacıyım."
"Vay. Demek 6 kere evrim geçirdiniz."
"Evet. Peki ya siz kimsiniz?"
"Ben Thomas. Buralarda elektriği kontrol edebilen bir simyacı arıyorduk da sizin sinyallerinizi aldık".
"Evet, ben kontrol edebiliyorum. Ama siz beyin komutlarını kan ile iletebilen bir Simyacı arıyorsunuz."
"Bunu nasıl bildiniz?"
"Her evrimde yeni bir özellik kazandım. Bu benim 4. Özelliğim. Galiba istediğinizi bulamadınız burda. Ama burdan 54 kilometre ilerde aradığınız bir simyacı oturuyor. Ama önceden uyarayım, fazla sinirlendirmeyin şehrin elektrikleri bir hafta gidiyor."
Gülüşüp oradan ayrıldık. 54 kilometre dayanacak benzinimiz yoktu. Mecbur eve dönecek yarın gidecektik oraya. Yanımızda diğerlerini de götürüp bize yardım etmelerini sağlayacaktık. Eve gittiğimizde Aylin, Robb ve Jon oturmuş kahve içiyorlardı. Yanlarına gidip muhabbetlerini yarıda böldük. Damla Robb'un zihnini okuyunca şaşırıp elimden tutup odaya çıkardı. Kapıyı kilitleyip;
"Demek Robb Aylin'e aşık. Ooo çok heyecanlı."
"Hayır hiçte heyecanlı falan değil. Jon da Aylin'i seviyor. Hadi bana bunu açıkla."
"Demek o da... Neyse tercihi Aylin yapacak, bize laf düşmez."
Evet ya bize laf düşmez sonuçta. Bu onların aşkı, bırakalım da onlar karar versin. Biraz sonra Sophie gelip kapıyı tıklattı. Damla kapıyı açtı. Sophie içeri girer girmez kazağını kaldırdı. Karnından siyah bir çizgi çıkıyordu. Sonunda iyi bir haber almıştık. Tabi siz bilmiyorsunuz. Biz İtalya'dayken otelde ölen kimyacıların kanını Sophie'ye enjekte ettik. Kısa ama ölümcül bir operasyondu. Kan emme görevini yoldan geçen bir adama yaptırmıştık. Damla adamın zihnine girip bütün kanı adamın midesine yolluyordu. Bir yandan da kimyacı+simyacı kanını. Bu işin de meyvelerini almanın mutluluğuyla birbirimize sarıldık. Bana kalırsa hemen bu gece çalışmalara başlamalıydılar ama Sophie kendini iyi hissetmiyormuş bu aralar. Olsun beklerdik biz. Zero için herşeyi yapardık.***
Zero Sophie'nin Simyacı olduğu haberini alınca havalara uçtu. Bugün bunu kutlamak için şehir merkezinde bir restorana gidip delicesine yiyip içtik. Hayatımda ilk defa şarap içmiştim, tadı fena değildi ama midem bu içeceğe karşı biraz hassastı. Daha sonra anladık ki içki kalp sıkışması yapıyordu bizde. Birdaha asla içmemek umuduyla gidip çöpe attık. Bütün gece gülüp eğlendik. Damla ile Aylin bütün restorana halay çekmeyi öğretti. İnternetten müzik açıp saatlerce halay çektik. Horon tepdik, Damat havası oynadık. En sonunda restorandan çıkarken Zero'nun sırtını yumrukladık(anladınız siz onu). Eve giderken hafif sarhoşluğun etkisiyle Jon'a az kalsın araba çarpıyordu. Allah'tan son anda Oliver yetişip onu yolun kenarına çekti. Eve vardığımızda evin ışığı yanıyordu. İçerde birileri vardı. Hepimiz kavga moduna girip adrenalin salınımını arttırdık. İçerde birkaç tane Kimyacı evi darma duman ediyordu. Zero kapıyı kırıp adamların üzerine atladı. Aylin yerçekimi büyüsü yapıp ikisini de yere yapıştırdı. Robb birisinin sırtına ayağını basıp;
"Ne arıyodunuz lan burda?" diye bağırdı. Baya Robb'un içinde bir aslan yatıyordu. Adamlar konuşmayınca Robb daha çok bastırmaya başladı. Bir süreden sonra adamın göğüs kafesinin kırılma sesi gelince Damla devreye girip Robb'u kenara itti. Adamların gözlerine baktıktan sonra ayağa kalkıp;
"Hırsızlar işte, eşya çalmaya gelmişler."
Hepimizi bir rahatlama saldı. Adamları dışarı salarsak herşeyi anlatırlardı. Damla herşeyi unutturdukdan sonra Aylin onları 1 kilometre ötedeki karakolun hapishanesine ışınladı. Bu beladan da kurtulunca evi temizlemek zorunda kaldık. Bütün evi darma duman etmişlerdi gerzekler. Sabahın 5'ine kadar evi düzeltmekle uğraştık. Herkes yataklara dağılırken Damla "Durun!" diye bağırdı. Merdivendeki herkes Damla'ya baktı. Damla;
"Burdan 55 kilometre uzakta aradığımız gibi birisi yaşıyor. Onun yanına gidip işi halletmeliyiz."
"Ben bu uykuyla yerden 1 santim bile havaya kalkamam canım, size kolay gelsin" dedi Aylin. Sanki biz çok istiyorduk o elektrot yığınına bu saatte bu uykuyla gitmeyi. Ama az da olsa Aylin haklıydı. İki adım gidecek halimiz yoktu. En sonunda karar alıp saat öğleden sonra 2'ye kadar uyuyacaktık. Akşam 5'te yola koyulup adamı kesmeye gidecektik. Hadi bakalım. İyi uykular bize.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...