Yine gözlerimi açtım. Yine ağlamışım gece uyurken. Elimle gözümün kenarındaki çapağı aldım. Her yer ıslanmış gözyaşlarımla. Saat daha gece yarısına yeni gelmiş. Dışarda esen kuzey rüzgarı ağaçları köklerinden söken bir dansa davet ediyor. Çoktan canına kıymış yapraklar bi o tarafa bi bu tarafa nazlı nazlı süzülüyor. İlk başta odada yalnız olduğumu sanıyordum ama değilmişim. Robb yatağımın bir ucuna sandalye kurup oturmuş. Garibim boynunu bükmüş, ellerini birbirine bağlamış, uyuya kalmış. Elimle uyanması için dürttüm ama derin uykusuna devam ediyordu. Ayağa kalkıp onu yatağın üstüne yuvarladım. Kıyafetlerinin her tarafında çamur izleri vardı. Gömleğini düğmelerinden açmaya çalıştım ama beceremedim. Elime bir makas alıp hem gömleğini hem pantolonunu kesip pis kıyafetlerden kurtardım onu. Yorganı aralayıp başını hafifçe yastığın üzerine bıraktım. Dudaklarının sıcaklığı bir anlık aldanmama sebep oldu. Uzun bir öpücük aldıktan sonra hırkamı giyip odadan çıktım. Görünüşe göre herkes uyuyordu. Merdivene doğru ilerlerken koridorun en sonundan birkaç çıtırtı geliyordu. Arkamı döndüğümde siyah bir pelerin giymiş, elinde kocaman bir orak bulunan, cellat vari bir adam, kapıları teker teker tıklatıyordu. Arkama bakmadan koşarak aşağıya indim. Mutfakta bir cellat tavaları birbirine vuruyor, elindeki tahta kaşığı inceliyordu. Mutfaktan çıkamayacağım için evin dış kapısına geldim. Kapıyı açtığımda siz diyin 10, ben diyim 20, en az 30 siyah pelerinli adam bana bakıyordu. Koşarak arka bahçeye gittim. Bi 5 tanesi de orada devriye yapıyordu. Dağda kaldığım zamanlarda öğrendiğim gibi koşarak ağaca tırmandım. Ağacın en üst noktasına çıktığımda bu yaratıklar bütün sokakları doldurmuştu. Hızlıca yere inip karşı bahçeye atladım. Burada bir iki tanesi vardı. Onlara çaktırmadan demir kapıyı var gücümle açıp sokağa çıkacaktım ki bir tanesi ağaçların arasından fırlayıp boynuma yapıştı. Ağaçların arasına sürüklerken bir eliyle ağzımı kapatıyordu. Ağaçların arasına geldiğimde adam beni serbest bırakıp başındaki şapkayı indirdi. Bu ama bu imkansız! Karşımda kanlı canlı Thomas duruyor. Hemen arkasında Damla ve dev bir adam durmuş.
"Korkma Aylin geçti" dedi Damla. Korkak gözlerle onlara bakıyordum. Thomas;
"Sana söylediğim herşey için özür dilerim. Sadece bir anlık sinir boşalmasıydı."
"Özür dileme, özür dilenecek bir şey yok"
"Evden, sevdiklerinden uzakta kalmanı ben sağladım. Bu yüzden özürümü kabul et"
"Gitmem gerek benim"
"Nereye?"
"Yeniden krizlerim başladı, gitmem gerek."
"Peki o zaman yanında yüce cellat da gelecek"
"O kim?"
"Yeni bir dost"
***
Damla'mı nasıl özlemişim bir bilseniz. Saçlarının kokusu bile değişmemiş. Koyu bir sohbetten sonra yüce cellat dedikleri yaratık yanıma geldi;
"Ben yüce cellat, sana eşlik edeceğim"
"Yüce cellat diye isim mi olurmuş? Sen artık özgürsün kendine bir isim bul" dedi Damla.
"Jennifer'a ne dersiniz?" dedi cellat. Demesiyle bizi bir kahkaha sardı. Damla;
"Jennifer bir kız ismi. Senin adın Martin olsun mu? Ne dersin?"
"Yüce cellat beğendi"
"Hadi o zaman Martin Aylin'i de alın gidin sabah olmadan" dedi Thomas. Duygulandım bir anda. Koşarak Thomas'a sarıldım. Kulağına "Asıl ben özür dilerim" diye fısıldadım. Martin arkadan dokunup gıdıklanmamı sağladı. Kahkaha seslerini duyan cellatlar başımıza üşüşmeye başlamıştı çoktan. Damla'nın bana verdiği pelerini giyip kafamı örttüm. Koşarak kapıdan çıktık. Kapıdan çıktığımızda sanki onlardan biriymişiz gibi davranmaya başladık. Hiçbiri bizim normal insan olduğumuzu anlamamıştı. Bu şekilde ana yola kadar gelmiştik. Ana yolda bir tane bile cellat yoktu. Martin'e başındaki şeyi çıkarmasını söyledim. Başını açtığında karşımda gayet normal hatta aşırı normal bir insan evladı duruyordu. Pelerinini açtığında içinde iç çamaşırı olmadığını farkettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...