Theon bizi duvarları siyah renge boyanmış bir odaya getirdi. Çıkmadan önce;
"Kameralarla ne yaptığınızı izleyecekler. O yüzden hareketlerinize dikkat edin. Oyunun kontrol odasında ben de olacağım. Gözünüzü iyi açın. Belki birkaç yerde ipuçları olabilir." dedi. Bu oyun dedikleri saçmalık bizim için boşa geçen bir zamandı. Theon odadan çıktığında sağımda bulunan duvarda beyaz bir ışık parladı. Işığa doğru yavaşça yürümeye başladık. Elimi tam dokunacağım sırada ışık büyüyerek bütün duvarı kapladı. Gözümüzü alan ışık yüzünden ilk başta hiçbir şey göremedim. Birkaç saniye sonra dev duvar bizi dümdüz bir ovaya çıkarmıştı. Önümüzde duran dev çimenliğe adım atıp atmamakta biraz tereddüte düştükten sonra;
"Korkma, en fazla ne olabilir ki?" dedi Damla. Doğru söylüyor aslında. En fazla ne olabilir ki? Adımımı atarken nefes nefese kaldım. Boncuk boncuk akan terler benden önce toprağa bastı. Fakat bir gariplik var. Ağaçların uçları yere doğru eğilmiş. Çimler dik değil de yatay duruyor. Yoksa... yerçekimli topraklar. Bunu daha önce nasıl anlayamadım bilmiyorum. Adımlarımı atarken bacağımı ellerimle yukarı kaldırmam gerekiyor. Damla ise benim ilk halimden birşey anlamamış olacak ki koşarak toprağa fırladı. Ayağı, sütun gibi sabit bacağıma takılıp yere düştü. Zorlana zorlana yanına ancak gelebildim. Yerine yapışmış halde;
"Thomas, neden kalkamıyorum?" dedi.
"Artırılmış yerçekimli ortam. İlk önce kollarını destek alarak göğsünü yerden kaldır."
Ellerini zorlayarak göğsünü zar zor yukarı kaldırabildi. Belli ki hâlâ acı çekiyor. Yanık bir sesle;
"Peki şimdi ne yapacağım?"
"Dizlerinin üzerine doğrulabilir misin?"
"Ellerimi tutman gerek"
Önüne geçerek ellerinden tuttum. Dişlerini sıkarak ağırlığını ellerime verip dizlerinin üzerinde durdu. Her ne kadar dışa vurmasada gözleri asla yalan söyleyemiyordu.
"Şimdi ağırlığını tekrar bana ver ve ayaklarının üzerine çık"
Ellerimi sımsıkı tutarak doğrulup dimdik durabiliyordu sonunda. Suratıma bakıp gözlerini kısarak kahkalar atmaya başladı.
"Başardık, bunu da başardık"
"Daha dur, oyun bitmedi"
***
Birinci bölümü bitirip odaya geri döndük. Görevimizi pek anlamadım ancak sonuçta geçmiştik. Odaya döndüğümüzde odanın ortasında bir sehpa bulunuyordu. Masanın üzerinde ise iki bardak su. Damla terlemenin etkisiyle suyu görünce direk koşarak bardağa sarıldı. Arkasından tutup;
"Sakına böyle birşey yapma. Burda bizi öldürmek istiyorlar. Sakın oyuna gelme. Biliyorum, acı çekiyorsun ancak dayan"dedim. Gözlerimin içine baktı ve bardak parmaklarının arasından yağ gibi akıp yere düştü. Kırılan bardaktan akan su yere düşer düşmez zemindeki fayansı sıvılaştırdı. Belli ki bir tür asit koymuşlar içine. Damla sıvılaşan fayansa nefretle bakıp;
"Dayanacağım, bu dünyayı yaşanılmaz yapan bütün pislikler için dayanacağım" dedi. Dayanmaktan başka şaresi yoktu. Birkaç saniye sonra ikinci duvar bir kum gibi akıp kül oldu. Şimdi ise karşımızda cayır cayır yanan, patlamak için coşan bir yanardağın içindeydik. Dışarı çıkmayı ikimiz de istemiyorduk. Ancak arkamızdaki duvar bize doğru hareket etmeye başlayacağından önce Damla, sonra ben yan tarafta bulunan çıkıntıya çıktık. Duvar son çizgiye kadar gelip lavlı kayalıklara dönüştü. Damla bana baktığında yukarıyı işaret edip ellerimi birbirlerine kenetledim. Ayağını elime basıp parmaklarını kayalıklara geçirdi. Önden onu gönderdim çünkü yüksekten korkuyorum. Onun önümde olması gökyüzünü görmemi engelliyor, bu sayede daha rahat yukarı çıkabiliyordum. Dışarı çıkmamıza birkaç metre kala lavlar yükselmeye başladı. Yukarı sıçrayan lavlar Damla'nın dikkatini dağıtınca bir eli boşa sallandı. Artık vücudunun bütün ağırlığını sağ kolu çekiyordu. Gözlerimin içine bakıp; "yapamayacağım" dedi. Pes etmesine sinirlenip;
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Simyacı
Science FictionBaşka bir evrenden annemin rahmine düştüm. Benim yüzümden ailem darmaduman oldu ve babamla birlikte yepyeni bir hayata adım attık. Zero'yla bu cennet diyarlarda tanışıp kader ortağı olduk. Jack ve Dany'nin yaptıkları pislikler hayatımıza altından k...