Emmy'nin Saç Teli

1K 49 2
                                    

Ne zaman herşey yolunda gider içinden bir bokluk çıkar zaten. Benim hayatım bundan ibaret. Galiba hiç mutlu olmayı hak etmiyordum. Zero gece 3 gibi pansiyondan ayrılmıştı. Üstelik tek başına. Kahvaltılık birşeyler atıştırıp yola koyulduk. İlk önce şehir merkezine gittik. Fazla dikkat çekmeden etrafta araştırma yaptık fakat Zero buraya daha önce hiç gelmemişti. Pansiyona geri dönmeye karar verdik. Herşey sapa sarmış haldeydi. Üzerimizde erkenden kalkmanın verdiği yorgunlukla pansiyonun önüne geldik. Herkes içeri girince Sophie "Durun!" diye bağırdı. Hepimiz yanına koştuk. Dün geceki olay yerinden dumanlar yükseliyordu. Koşarak dumanın olduğu bölgeye gittik. Sokağın başından olan biten herşey görülüyordu. Zero yaklaşık 15 kişilik bir kimyacı grubuyla oturmuş sohbet ediyordu. Binaya her ne yaptılarsa yerle bir olmuştu. Köşeden farklı işaretler yaptık ama o mal bizi farketmedi. Çok geçmeden sokağın öbür tarafından 3 tane polis arabası gelip silahlarını Zero'ya doğru tuttular. Zero normal hayatına devam ediyordu. Polis en sonunda tetiğe basınca Oliver mermiye doğru koştu. Zero'yu da kapıp bölgeden 3km doğuya gitmişti. Kimyacılar polislerle uğraşırken biz de Oliver'ın yanına gittik. Zero yere yatmış vaziyetteydi. Yüksek hızdan kıyafetleri duman rengine bürünmüştü. Sophie koşup onu dudağından öptü. Anlaşılan Zero'nun beynine inmişlerdi. Uyandğında hiçbirşey hatırlamıyordu. Hemen aralarına girip Zero'nun tişörtünü yırttım. Simyacı çizgisi eskisinden daha fazla yer kaplıyordu artık. Zaman hala ilerlerken bizim bu şehirden çıkmamız gerekiyordu. Havaalanına doğru koşmaya başladık. Yoldan bir arabanın kapısını açtım. Kaportasında anahtar duruyordu. Oliver arabayı çalıştırıp bir rüzgar edasıyla ara sokaklardan havaalanına sürdü. Kapıda polisler güvenlik araması yapıyordu. Ordan geçmemiz imkansız. Aylin'e bizi içeri ışınlamasını söyledik. Ama bunu yaparsa uçağa girecek enerjisi kalmazdı. Bizde yolu kalkış pistinde bulduk. Evet belki zor olacağa benziyor ama denemekten başka şansımız yok. Uçağın dev gövdesinin hareket ettiğini burdan görebiliyorduk. Aylin gözlerini kapattı. Bizse pistin ortasında öylece duruyorduk. Uçak bize yaklaşınca pilot bizi farketti. Arkasına dönüp geri piste baktığında biz çoktan içeri girmiştik. Aylin kan şekerinin düşmesinden dolayı içeri girer girmez bayıldı. Uçağa binince yeni birşey farketti Damla, biz yanımıza yiyecek almayı unutmuştuk. Uçak California'ya gidiyordu. Oraya gidene kadar açlığa dayanabilirmiyiz bilmiyorum. Biz simyacılar normal insanlardan daha hızlı hidrasyon yapıyoruz. Şimdilik bu sorunu askıya alıp uyumayı denedik. Yukarda hava buz gibiydi. Birbirimize sarılıp ısınmaya çalışıyorduk. Bi ara Zero okyanusa atlamayı bile planlamıştı. Açlık insana neler yaptırıyor neler. En sonunda herkes kesintisiz uykuya daldı. O kadar fazla uyumuşuz ki uyandığımızda uçağın bagaj kapağını açıyorlardı. Hemen köşeye sindik ve Aylin bizi uçağın kanadına ışınladı. Ne bekliyorduk ki 8 saattir açtık. Aşağı atlayıp direk restoranların olduğu bölüme gittik. Damla Oliver'la beraber 8 hamburger 2 büyük boy pizza alıp gelmişti. Herkes bi oturuşta hepsini bitirdi. Etraftaki şaşkın gözler umrumuzda bile değildi. En sonunda yemek işimiz bitti ve direk tuvaletlere gittik. Aylin bizi asansörden dışarıya ışınladı. Her geçen gün daha da iyileşiyordu bu konuda. Bu sefer havaalanından 250 metre ileriye ışınlandık. Bir araba bulup eski bir dostu ziyarete gittik. Bu eski dostu ilk evimizden hatırlıyorum. Doğduğum evi görünce bir an duygulandım. İçinde o zamandan beri hayalet var bahanesiyle satamamışlar. İçerdeki her eşya konulduğu gibi duruyordu. Odama girip yastığıma doya doya sarıldım. Gözlerimden akan yaş yastığı ıslatmıştı. Sırtıma birisi dokunuyordu. Bu oydu. Emmy hala aynı Emmy'di. Sadece uzamış ve güzelleşmişti. Uzun uzun sarıldık. Daha sonra yatağa oturduk. Uzunca yeni hayatımızdan bahsettim ona. Ama bu XyX zımbırtısından bahsetmedim. Aslında buraya gelmemizin sebebi y maddesiydi. Ve bu madde dünyada tek bir kişinin saçlarında var; o da Emmy. Onun saçları bu dünyadaki en güzel saçlardan biriydi. Doğduğundan beri bir kez bile döküldüğü görülmemişti. Ta ki şimdiye kadar. Aşağıdan Damla bizi yemeğe çağırdı. Merdivenleri önden Emmy iniyor bende onun saçlarını ellerimle tarıyordum. Hala o günkü gibi kokuyordu saçları. Gözleri renginden hiçbirşey kaybetmemişti. Sadece tek bir değişiklik vardı. Evlenmişti. Bir tane Kanada'lıyı sevmiş. Çocukları olmuş. Şimdi de mükemmel bir hayat yaşıyorlarmış. Bizimkisi kadar atraksiyonlu değildi. Evde hiçbirşey olmadığından Oliver marketten kırmızı et almıştı. Babamın en büyük aşkı olan mangalını alırken elim ayağım birbirine dolaştı. Mangalımızda etleri pişirip sofraya oturduk. Emmy konuşmaya başladı;
"Neden buraya geldiniz?"
"Saçların için."
"Saçlarımı ne için istiyorsunuz?"
"Saçındaki atomlar arası bağı inceleyeceğiz. Bu yüzden biraz saç teline ihtiyacımız var."
Ne kadar da güzel yalan söylüyordum. Hatta bu yalana Zero bile inandı. Aylin içerden bir makas bulup Emmy'nin saç uçlarını bir kaba kesti. Artık burdada işimiz bittiğine göre sıradaki durağımıza gidebilirdik. Sabah erkenden kalkıp Washington D.C.'ye gidecek dedemi ziyaret edecektik. Herkesi tek bir odada topladık ama kimse korkudan uyuyamıyordu. En sonunda Emmy'nin evine gittik ve orada geceyi geçirdik. Sabah kalktığımızda Emmy'nin kocasını gördük. Ve ilginçtir ki o da melezdi. Onun hayatını kurtarmak isterdim ama sırrımızı kimseye açıklayamam. Belki bir gün deyip bu konuyu kapattım. Kahvaltıdan sonra arabaya binip benzinliğe gittik. Benzinlikte bir grup kimyacı vardı. Pompacıyı tek eliyle havaya kaldırmış gülüşüyorlardı. Zero arabadan çıkıp onlara doğru koşmaya başladı. Bu görüntüye bizde seyirci kalamadık ve arabadan çıktık. Zero adamın boğazına yapıştığı gibi arkadaki dev asırlık ağacın gövdesine adamı yapıştırdı. Tek eliyle ağaca yaslayıp havada tutan Zero "Nasılmış yere gökyüzünden bakmak?" dedi. Adamın vücudunu ağaca vura vura ağacın ortasından öbür tarafına açılan bir delik yarattı. Adamı o deliğin ortasına yatırıp arabaya bindi. Oliver benzini doldurup para ödemeden hızla oradan uzaklaştı. Zero babasının ölümünden sonra başka insanların acı çekmesine katlanamaz olmuştu. Onun için her ne kadar endişelensem de içim rahat artık. Bilinçli bir bireydi o. Radyoda Justin Timbetlike'den bir parçayı dinleye dinleye Washington'a doğru yol aldık. Yaklaşık 12 saatlik bir yolculuktan sonra dedemgile gelmiştik. Dedemi kapıda görür görmez boynuna sarıldım. Adam tabii beni tanımadığı için baya şaşırmıştı. Daha sonra gözlerine uzun uzun bakınca benim kim olduğumu anladı ve uzunca bir süre ağlaştık. Ona anneannemi sordum. Anneannem 2 yıl önce vefat etmiş. İçeri girdik. Evin içi çok dağınıktı. Dedem tek başına hayatla uğraşamıyordu. Bir kitabı yerden kaldırdıktan sonra bütün evi temizlemiş kadar yoruluyordu. Birkaç saatimizi evi temizlemek için ayırdık. Bu arada Sophie ve Damla bize yiyecek yemekler hazırladı. Hep beraber aynı masaya oturduk. Baş köşedeki sandalyeyi dedeme ayırmıştık. O yaşlı adam masanın başına geldiğinde mutluluğu gözlerinden okunuyordu. Uzun bir aradan sonra hepimiz bir aile sofrasına oturmuştuk. Masanın bir ucundan diğer ucuna yemek taşıyan eller, havadaki mum kokusu, arkadaki büfenin üzerinde duran plakta eski bir şarkı. Bir çocuk daha ne ister ki. Onca maceranın yorgunluğunu hepimiz bir anda atmıştık sanki. Sonunda mutluyduk. Ve işin sonunda mutlu olucaklardı. Ben ise hayatımın sonunu bekleceğim.

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin