Kitapların Efendisi

1.4K 50 13
                                    

Koştura koşturu bavullarımızı hazırlayıp turistlerle beraber otobüse bindik. Havaalanına gidene kadar Zero'da ve bende inanılmaz bir baş ağrısı çekiyorduk. Sadece ikimiz çekmiyorduk bu ağrıyı önümüzde oturan iki kız da. İkiside bizimle yaşıtlardı. Birisinin uçlarına doğru altın suyuna batırılmış gür saçları, diğer kızın ise simsiyah hafif kıvırcık saçları koltuğun arasından gözüküyordu. Siyah saçlı kız bizimde sinyacı olduğumuzu anlayınca koltuğun arkasına dönüp simsiyah gözleriyle bizlere baktı. Hayatım boyunca hiçkimsede o kadar güzel gözler görmemiştim. Gözünün irisinin rengi çevresinden yavaş yavaş kırmızı renk olmaya başlayınca ikimizin de baş ağrısı dinmişti. O iki kızda bir gariplik vardı. Güçlerini geliştirme fırsatına sahiplerdi. Ama ben o koca kafamın içindekine daha söz geçiremiyordum. Yaklaşık bir saatlik uzun bir otobüs yoculuğundan sonra havaalanına gelmiştik. Onlarda bizim gibi tek başlarınaydılar. Otobüsten iner inmez onların peşine takıldık. Sarı saçlı kız en sonunda dayanamayıp üzerime sıçradı.
"Bizden ne istiyorsunuz?"
"Sadece tanışmak ve Zero'yu kurtarmak istiyorum." dedim. Kız üzerimden kalktı ve etrafta bize bakan boş ve korkmuş gözlere baktı. Herkes etrafta bağırıp koşuşurken siyah saçlı kız havaya uçup ellerini havaya kaldırmasıyla alandaki herkes ona baktı. siyah saçlı kız;
"Ben ne dersem o!" demesiyle bütün herkesin"Sen ne dersen o!" demesi bir oldu. Açıkçası baya etkilenmiştim. Aşağı inidiğinde herşey normale dönmüştü. Yanımıza yaklaşıp "Benim adım Damla, bu da Aylin. İkimizde simyacı kampından geldik bu dünyaya. Senden ve bizden başka kimse o kamptan gelmedi. Senin peşinden buralara geldik. Sana ihtiyacımız var. Görünüşe göre seninde bize ihtiyacın var." dedi. Yavaş yavaş uçağa doğru ilerledik. Zero'nun da benim de Sophie'nin de pasaportu ve bileti yoktu. Damla uçak biletlerini düzenleyen kadına uzun uzun baktıktan sonra beşimizinde bileti ellerine temas etti. Uçağımızın hareket ettiğini görmemizle Sophie'nin ağlaması bir oldu. Aylin bana bakıp dev bir tokat attı. Bende istemsizce Zero'ya o da Sophie'ye zincirlemesine devam etti. Tokat yağmurunun sonunda kendimizi uçağın içinde bulduk. Yerimize oturup uzun uzun birbirimize baktık. Aylin bana;
"Zero'nun ne problemi var?" diye sordu.
"İki kimyacı tarafından evrime uğradı. Şu an hem simyacı hem kimyacı. Yani sizin anlayacağınız dille şu an radyoaktif bir atom. Eğer patlamazsa bu atom, kendini yiyip bitirecek. Onu bu dertten kurtarmak için Sophie'yi simyacı yapıp çocuklarını dünyaya getireceğiz. Zümrüt taşı indiğinde o taşa bütün enerjisini aktarıp bu dertten kurtulacak."
"Peki Sophie simyacı olarak mı kalcak?"
"Bilmiyorum. Onu da o zaman düşünürüz." deyip lafı geçiştirdim. Aslında aklımda bir plan var ama kimseye söyleyemem. Çünkü bu kararım beni çok değiştirecek. Uzun bir uykudan sonra Ankara'daydık. Bizleri kapıda Servet adında kilolu orta boylu bir çocuk karşıladı. Metroya binip eve yol almaya başladık. Bu şehir eski şehrimizin sesizliği yanında çok kalabalık ve kokuyodu. İnsanlar çok fazlaydı. Bu soruna katlana katlana eve zor geldik. Ev dediğimiz yer küçücük bir daireydi. Karşısında kocaman bir park vardı. Aylin üstümüzü değiştirmek için onun odasına soktu bizi. Odasındaki her duvarda raflar, o raflardada binlerce kitap duruyordu. Üstümüzü değiştirdikten sonra içeri girip Damla'nın meşhur yemeği olarak tabir edilen salçalı makarna yapmışlardı. O kadar acıkmıştım ki tabaktakinin ne olduğuna bakmadan ağzıma attım. Yemeğin ortasına doğru Aylin'e;
"Neden bu kadar kitap?" diye sor sordum. Sorduğuma da pişman oldum. Damla kocaman bir kahkaha attıp söz aldı;
"Aylin'le ben bu dünyaya geldiğimizde kimsemiz yoktu. İkimizde tek yumurta ikiziydik ama hiçbir yanımız birbirine benzemeyince annemizle babamız bizi çöpe attılar. Bunu ciddi anlamda söyledim gerçektende çöpe attılar. Çöp konteynırında üşüyorduk. Etrafta kedilerin pati sesini duyunca işe yaramamayacağını bilerek " Kediler bize yardım edin!" diye bağırdım. Konteynırın başına yaklaşık elli kedi toplandı ve bizi bir kartonun üstüne koyup bir evin bodrum katına götürdüler. Karnımızı doyurdular, üstümüze yorgan oldular. Beş yıl sonra bodrum katına zümrüt taşı indi. O gün bu bedene büründük ve kendimizi bir işe adadık. Aylin kitaplarda okuduklarını gerçeğe dönüştürebiliyor. Ben ise tahmin edebileceğin üzere beyni olan her canlıyı kontrol edebiliyorum." dedi.
"Peki ya siz?"
"Ben enerjiyi kontrol edebiliyorum. Ve bilirsiniz ki evrendeki her olay madde ve enerjinin etkileşimiyle ilgilidir. Yani şu an istesem Dünya'yı Güneş'in etrafında ters yönde döndürebilirim. Zero da normal bir insandan 1000 kat daha güçlüdür."
"Orası bellide biz senin özelliğine takıldık. Sen baya baya kıyamet alametisin." Hepimiz gülüştük. Aylin içerden bir kitap getirdi. Bu marslı'ydı. Kitabın ilk sayfasında aynı benim kitabımda olduğu gibi "Gerçek yurdun Mars'a" yazıyordu. Frau'nun yazdığını dile getirdiler. Bunlar beni ilgilendirmiyordu. Biz buraya simyacı bulup öldürmeye gelmiştik. Ama olanlardan sonra asla onlara zarar veremezdik. Çünkü onlar bizim kurtuluş yolumuzdu. Aylin sessizliği bozup "Zero'yu kurtarmanın bir yolunu biliyorum ben" dedi. Herkes kulaklarını açmış Aylin'nin dudaklarından çıkacak kelimeleri dinliyordu.
"Benim hayalgücüm bu evrendeki her canlıdan daha fazladır. Bana kitapların efendisi derler. İsterseniz hayal ederek Sophie'yi simyacı yapabilirim. Hatırlarsanız o ölen kız çocuğunu ben hayal ederek simyacı yaptım."
"O zaman bizler hakkında pek çok şey biliyosundur."
"Sana yalan söylemeyeceğiz. Bizleri Frau yaptı. Seni Mars'a götürmek için. Ama bizler kendimizi geliştirip beyin zincirlerimizi kırdık. Kendine bir baksana. Sen ve bizler insanlağın son evresiyiz, mükemmellik bizde. Zeka bizde. Güç bizde. İstersek bu gücü dünyanın kralı olmak için kullanabilirdik ama biz insanları gelecek kötülüklerden korumayı tercih ettik." Haklıydı. Frau'nun bizleri Mars'a götürme isteğini bilmiyorduk ama gitmekte istemiyorduk. Aylin'i dinlemeliydim yoksa Zero'nun sonu gelebilir. Her geçen gün daha çok gelişiyor ve bizim gibi zincirlerini kırdığında kontrol edilemeyen bir bomba olacaktı. Aylin uzun uzun Sophie'ye baktı ve Sophie'nin gözlerinden ve burnundan kan akmaya başladı. Olmuyordu, Sophie çok hassastı. Damla konuşmaya başladı;
"Belki bir yolunu bulabiliriz bu sorunun. Kandaki hücreleri XyX dizilimine getirecek bir maya hazırlayabiliriz. Ama bunun için pek çok ilaca ve bitkiye ihtiyacımız var. Söyleyin bakalım 80 günde benimle bu iş için yola çıkarmısınız?" Zero için herşeyi yapardık. Anlaşılan bol maceralı bir yolculuk bekliyordu bizi. Herkes benden onay aldığımı duymak istiyordu. Ben ise Zero'nun omzuna elimi vurup şöyle dedim;
"Başımıza bi ton iş açtın, çorap söküğü gibi sökeceğiz merak etme. Hemde 80 günde."

SimyacıHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin