Tavan yine bana bakıyor :)) yaa bakmasana öyle :))) utanıyorum :))

29.9K 1.3K 83
                                    




Gönlün yoksa, gideydin. Kahbelik zorlamıydı?

-TALADRO

Bu, tşörtü alabilmek için; bir hafta boyunca, annemin isteklerini yerine getirdim ve yalvarma maratonunda birinci geldim. Ama gel gör ki, şizofren ve intikam dolu bir manyağın teki tşörtümü param parça etmiş. Hiç mi canın yanmadı manyak?!

Ben tişört için temizlikte mastır yaptım. Eğer, Devlet Memuru olamazsam, kesin temizlikçi olacağım. İçimden, uydurduğum küfürler ve bildiğim birkaç yüz küfürü saydırdıktan sonra canım tşörtümü toz bezi olarak kullanacağıma kanaat getirdim. Valizimden, Adidas – Beyaz bir tşört çıkardıktan sonra, rahatlıkla üstüme geçirdim. Bir dakika ya, bunun baş geçirme bölümü için kaç bölümü var? Hıı, bunu da mı yırtmış?!

Götünü satsa, bu tşörtü alamaz. Adidas bu, Adidas. Çarşamba Pazarın'daki, dört çizgili "Nike" değil. Bu, tşörtü bu halde görünce gerçekten sinir damarlarım çatlamış, dışarıya kan sızıyordu. Valizimi kurcaladıktan sonra, hepsinin yırtık olduğunu gördüm. Yemin ederim, sinir krizi geçirdim. Can Abi, içeride olmasaydı bu halde gider, yolardım o manyağı. Ablamın dolabına, 30 saniye göz gezdirdikten sonra askılı beyaz bir tişört, kırmızı mini bir şort giyerek, "Götümde turbo var." Sözünü, salona doğru uygulamalı olarak gösterdim.

"Manyak, şizofren!" diye çığırdıktan sonra, Can Abi ile koyu bir sohbete dalan, Duru kafasını evi yankılattığım ses tonuma doğru çevirdi. Hızlı adımlarla, Duru'nun yanına doğru hiç hızımı bozmadan devam ettim, o kısa sarı saçlarını sağ elimle, diplerindeki minik saçları kopartacak kadar güce dayalı bir şekilde tuttum.

Hafif bir çığırıştan sonra, iki eliyle sağ elimin bileğini kavradı. Boşta kalan elimle, Duru'nun boğazını tutup, kafasını mutfak tezgahına yaklaşık 3-4 kez çarptım. Can Abi, beni belimden tutmuş ayırmaya çalışıyordu. Ama nafile, bu kızı gebertmeden bana rahat yok. Savrulmuş olan ince bedeniyle, hafifçe bir baş dönmesi geçirerek sağa – sola çarptı.

Sol ayağımla, diz kapağının biraz altına sertçe vurarak yere düşmesini sağladım. Kafasını, sert zemine kabaca vurarak yere yığıldı. Yere düşmenin etkisiyle, saçlarını bıraktım ve tam boşluğunun üstüne kıçımı yerleştirdim. Kickboks hareketlerimin zamanı gelmişti, sağ elimle pozisyona uygun yumruk şeklini alarak, yanağına bir kroşe attım. Ardından aynı şekilde, sol elimle ve sonra tekrar sağ.

Ardından, ablamın çığırış sesleriyle kendime geldim ve hafifçe yumruklarımı yavaşlatmaya başladım. Yaklaşık, birkaç saniye sonra, Can Abi beni belimden sıkıcı kavradı, vücudumun altındaki Duruyu da ablam sıkıca tutarak, diğer tarafa çekmeye başladı. Can Abi, sıkıca kavradığı belimi havaya kaldırarak, Duru'nun üstünden kalkmama yardımcı olmuştu, beni hızlıca tezgahın üstüne otutturdu ve öfke dolu gözlerimin içine baktı.

"Ne oldu?!" dedi, sesindeki karmaşık duygular hem beni, hem de Duruyu merak etmişçesine çıktığı için, o ankı kıskançlığıma dayanarak ağzına sıçtım.

"Sana ne! Çok mu merak ettin? Bak, orada yatıyor. Git, git. Sana ihtiyacı vardır!" diye çığırmamla, birkaç adım geri gitti. Küçük bir yutkunuştan sonra, kafasını Duru'nun yerdeki bedenine doğru çevirdi. Birkaç saniye sonra tekrar bana döndü.

"Öyle yumruk atmayı nereden öğrendin?" inanmıyorum, inanamıyorum. Duruyu önemsemiyor muydu yani? Gel, sarılacağım sana.

"Kickboks'a gidiyorum, bırakta biraz bir şeyler öğrenelim." Dedim zorla gülümseyerek.

"Senden korkulur." Diyerek, Duru'nun yanına gitti.

"Hastaneye gitmemize gerek var mı?" diye sessizce mırıldandı.

"Bil-bilmiyorum." Diye kekeleyen ablamın sesiyle kendime bir kez daha geldim ve tezgahın üstünden zemine atlayarak ablamın yanına gittim.

"Hastaneden önce polise gideceğiz!" diyen Duru'nun sesiyle, kendimi tekrar kaybetmem bir olmuştu. Adımlarımı hızlandırarak, Duru'nun yanına doğru tekrar ilerlemeye başladım. O sırada, beni fark eden Can Abi, bileğimi nazikçe tutarak kendine çekti.

"Hayır, durumu zaten pekiyi değil." Dedi, sağ gözünün altındaki morluğu işaret ederek.

"Ben, iyiyim!" diye bet sesiyle bağıran, Duruyu dikkatlice süzdüm. Saçlarının, birkaç yüz teli benim ellerim ve halının arasındaydı, sağ gözünün altındaki orta boyuttaki morluk ona çok yakışmıştı. Hande Yener'in: "Sana kırmızı çok yakışıyor." Şarkısını, adımın ve Duru'nun gözünün altındaki rengin verdiği yetkiye dayanarak, "Sana mor çok yakışıyor." Diye değiştirdim.

Ablam, Duru'nun kalkmasına yardımcı olarak koltuğa otturdu. Gözlerini, bana kenetleyerek bağırdı.

"Neden böyle bir şey yaptın?!"

"Kıyafetlerimin hepsini yırtmış, hem de hepisini!" diye bağırdım zaman, ablamın ateş saçan gözleri bir anda şaşkınlık ifadesine bürünmüştü. Can Abi, tam olarak yanıma olduğu için surat ifadesini sezdirememiştim.

"Ne, nasıl yani?" şaşkınlıkta konuştuktan sonra Duruya döndü, ardından ekledi. "Duru, neden?!"

"Beni kafede rezil edip, elbisemi yırttığı için." Diye tısladı.

"İnanmıyorum, sen mi yaptın?!" diye fısıltıyla konuşan Can Abi'nin suratına baktım, gözleri içtenlikle gülümsüyordu, bana kızmıyordu. Aksine, hoşuna gitmiş gibiydi. Başımı, "evet" anlamına takınarak salladım.

"Bana aldığın şampuanların içine, götüm kadar Hamam Böceği koymuş!" diye çığırdım. Ardından mırıldanarak ekledim, "Bende çok rezil oldum, istersen Can Abiye sor." Can 'abi' kelimesini kullandıktan sonra, benim fake sevgilimin yüzü biraz olsa da düşmüştü. Kıyamam sana, ilişkimizi gizli tutmalıyız böbeğim. Ama öyle bir gizli tutuyoruz ki, birbirimizin haberi bile yok.

Can Abi, yaşadığım durumu kısaca ablama özetledi. Ablam, koşar adımlarla salondan çıktı ve yaklaşık beş dakika sonra büyük bir valizli, kapının kenarına yerleştirdi. Ağzı, burnu şekilden şekle giren Duruyu elinden sertçe tutarak kaldırdı, "Siktir git, hemen!" diye bağırdı. Duruyu çekiştirerek, kapının ağzına kadar götürdü. "Benim misafirime kimse böyle davranamaz, hele o kardeşimse!" diye tekrar bağırdıktan sonra, koridordaki küçük dolaptan Duru'nun çantasını aldı ve içinden 250 tl çıkardı.

"Buda, sebeb olduğun masraflar için." Dedikten sonra, parayı bana uzattı.

"Karşılamayacağını biliyorum, üzgünüm." Dedi, buruk bir sesle.

"Sorun değil, parayı ona geri ver." Diye mırıldandım. Böyle demem gerekiyordu, hemen parayı elime alıp hiçbir şey yokmuş gibi gidişini izlemeyezdim, ama bana çıkardığı masraflar ve annemin bir ton azarını düşündükçe, iç sesim o paraya çok ihtiyacım olduğunu söylüyordu.

"Olmaz! Bu evde, iki ay boyunca tek bir alışverişe yardım etmedi. Kovulması an meselesiydi zaten, yediği ve içtiği olarak yine alacaktık."

O sırada, gözlerinden yaşlar süzülen Duruya tekrar baktım, korkunç görünüyordu. Ama canım yanmıyordu, gitmesini istiyordum. O kıyafetler benim çocuğum gibiydi, hepsini aldıktan ve almadan önce bir sürü emeğim geçmişti, yok sınavlardan yüksek almak mı dersin, yok evi pırıl pırıl yapmam mı dersin, yok Pazar alışverişine gitmem mi gerek dersin, daha neler neler.

Duru, ablamın elindeki çantayı tek halemde alıp, kapıyı yavaşça araladı ve valizini dışarı çıkarttı.

"Size ihtiyacım yok, hem de hiç!" dedikten sonra, kapıyı sertçe çarptı.

Ablam, ellerini yanaklarımın arasına sıkıştırdıktan sonra alnıma bir öpücük kondurdu.

"Yaşattığım şeyler için, gerçekten özür dilerim. Yarın ki 2 kişilik bilet sürprizi hâlâ merak ediyor musun?" dedi sevecenlikle. İstemsizce sırıtmıştım, ben onu çoktan unuttum ki!

"Şey... Aslında ediyor olabilirim."

"Yarın, Altuğ da seninle geliyor!"

He, sen çok biliyonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin