Sıra sıra dağların eteklerinde gelişi güzel kurulmuş evler, kıvrılan dar geçitli sokaklar... Labirente benzeyen yolları, karşı karşıya olan pencereleri ve dışı boyasız olan bu irili ufaklı evlerden birinde yaşıyorum ben. Üç kişilik aileye yuva olan küçük ve mütevazi evimizin diğer iki üyesi babam ve üvey annem.
Öz annem, ben iki yaşımdayken tutulduğu bir hastalıktan dolayı hayata gözlerini yummuş. Bir süre sonra babam üvey annemle evlenmiş. Annemi hatırlamadığım için üvey anneme "anne" demişim. O günden sonra da anne demeye devam ettim. Ben anne dedim ama o bana pek annelik yapmadı. O kutsal ismin hakkını veremedi.
Her zaman çok kıskanç bir kadın oldu. Öyle ki öz babasını küçük bir kız çocuğundan kıskanacak kadar... Çocukluğum boyunca, babamın beni bir kez bile kucağına alıp sevdiğini hatırlamam. Öyle anlar olurdu ki ilgi çekmek amacı ile saklanırdım. Gizlendiğim yerde merak edilmek umuduyla sabırla beklerdim. Beklemenin ne kadar derin bir sancı olduğunu ilkin o anlarda idrak ettim. Saklandığım yerden saatler sonra sıkılıp çıkar ve kendi kendimi sobelerdim her defasında. Oysa sobelemeyi değil, sobelenmeyi beklerdi sevgiye muhtaç masum yüreğim...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Görücü Usulü Aşk
EspiritualÇocukluğumda öğrendim ben. Doğan güneşin batmaya mahkum olduğunu ve her yazın sonunda çetin bir kışın beklediğini... Güller bin bir hevesle açsa da nihayetinde kuruduğunu ve gecelerin soğukluğunu... Çocukluğumda öğrendim ben ölümün o soğuk yüzünü. A...