Kaç kişi girip çıkardı insan hayatına?Kaç kişi esaretine bırakırdı ardındakini?Kaç kişi 'başrol ben diğerleri figür' sözünü silip attırırdı insana...Korkularına hapseder miydi sevdiğini?Peki ya ölüme terk eder miydi?Tek nefeste ciğerlerinde dağlama etkisi yaptırır mıydı?! Kadın baktığı noktadan gözünü çekmeden çenesi titredi.Yüreği titredi en çok da....
Dağlara aralıksız noksansız dizilen yemyeşil ağaçlar,tepelerinden sisini her daim eksik etmeyen yüksek dağlar...Buram buram çay ve yemiş kokusunu taşıyan serin yel...Kışın şiddetini artıran yazın hafif hafif çiseleyen yağmur getirir miydi devayı hasta kadına?!Sevdiği adam çoçukken,gençken yaz tatillerinde bu bahçede bir aşağı bir yukarı koşmamış mıydı?Düğünü bu kapı önünde olmamış mıydı?Şimdi seslense çıkıp gelir miydi?Tahta,eski balkon pervazlarında biraz eğilse hasta bedeni düşmeden,her görüşte tekrar aşık olduğu adamı tekrar görür müydü?İzin günlerinde geldikleri bu evde Cennet Hanım'ın hazırladığı tulumbanın yanındaki geniş sofradan yemek araklarken bulur muydu adamı?
Ellerini balkonun korkuluk tahtalarında gezdirirken sanki adamın son kalan parmak izlerini avuçlarına topluyordu?Hasretinden yanan elleri bu uzak ihtimali dahi hissetmek istiyordu...Gözünden düşen birkaç damla yaş ile oturdu küçük masanın yanındaki iskemleye.Bıraktı kendini iskemleye.Ve daha otururken tekrarladı içindekileri kendi kendine.Şimdi gelse öpse saçlarından,sarılsa belinden neredeydin demeden hapsederdi adama ebediyen kendine...Sığınırdı göğsüne,ölecekse de o güvenli kollarda ölmeyi yeğlerdi son kalan nefesleri...
Bir müddet daha oturdu orada öylece...Memleketini solukladı,son gün farkıyla...Almanya'ya dönmeden önce her bir yerden sevdiği adam çıkacakmış gibi yokladı kadının gözleri etrafı.Açık avlunun önünden tutup,uzak çamlar,gürgenlerin arasındaki karanlıklarında aradı Yağız'ı...
Daha sonra masanın üzerindeki siyah keman kutusuna çevirdi başını.'Gücüm var mı'diye sordu az sonra kemoterapi ardından moraran ağrıyan parmak uçlarının haklı sebebiyetinde.Fermuarını açtı kutunu hislice...Hastalandığından beri violist bir kadının ayrı düşmeyeceği kadar ayrı düşmüştü kemanından...
Tele değdiğinde acıyan parmakları bu kez ne serenadı ne sonat çalıyordu...'Fikrimin ince gülü'diye ağlıyordu teller...Bu şarkının nağmeleri inim inim inletiyordu gönül tellerini;bir hayal getiriyordu aşktan yaralı kadına kemanının sesi.Kulaklarına ilişiyordu tıpkı eskisi gibi adamın 'fikrimin ince gülü' diye fısıldamalarını...
Sanki çeneliğe yaslanan çenesinin açıkta bıraktığı boynuna tekrar değdiriyordu adam dudaklarını.
Kopacak izlenimi veren tırnaklarını zorlarken yenik düşüp bırakıvermişti biranda elindekini.Sıklaşan yel tenini yakarcasına yalarken;masmavi gözlerinde isyanla baktı kemana...Yere düşmesiyle bir teli fırlamış olan alete bile küsmüştü birden küskün ruhu;oysa ne özlemler büyütüyordu onda?Moraran parmaklarına acıyarak baktığında birden avuç içine hapsetti her birini...Her birini yok etmek istercesine sıktı avuçlarında ve her an acıyla kıvrıldı kanserli hücreleri...Acıdı her yanı ama derdinden fazla değil...
Yağız...
En azından ölmemişti..Ölmemişti değil mi?Sağ olup olmadığını bile bilmediğin bir insan nasıl özlenirdi?Hiç gelmeyecek gibi mi yoksa her an gelecek gibi mi? Serap hiç gelmeyecek gibi özlemye çoktan başlamıştı.Aradan geçen 1,5 yıl hastalığı safha safha artarken gelse bile çok geç kalacağını fısıldıyordu ışın tedavisinden sonra kendine gelemeyen sancılı bedenine...Her gün biraz daha ölürken özlemekte büyüyen sitemlerini de öldürüyordu içinde.Çok özlediği için 15 günlüğüne geldiği bu şehirden de kopup gidecekti kilometrelerce öteye?Merhametine sual tutmadığı adamı aç,susup,muhtaç bir çocuk gibi bekliyordu?Nerede olduğunu,ne yaptığını bilmeden?5 yıllık evliliğindeki mecburi ayrılıklar neden bu kadar uzun sürmüştü?Az sevmesinden mi yoksa çok sevmesinden mi?Çektiği acının türünü sorgulayan bedeni fersizce ayağa kalkarken derin soluklar ardı ardına...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kod Adı:KILIÇ
Fiction généraleNe büyük yorgunluklarımız vardı sevgilim... Ne yapıp edemediklerimiz... Ne pişmanlıklarımız ne hüzünlerimiz.. En yürek yakanı ise ne hasretlerimiz vardı bizim... Koyu ayazlara sürgün,gözyaşlarına mahkum... Taşınabilir portetif acı yaslarım...