Bir canın varlığı, nasıl yıpratırdı insanı bukadar. Nasıl düşünceler bölünüp paramparça batar, kanatır eski anıları. Onu hissetmek arzusu, nasıl hırslandırır yüreği. Korku, endişe, sevinç, hüzün, beklenti; aynı anda hepsini, bir kadının gözlerinde yaşamak nasıl küçültür evrendeki varlığını. En çoğuda pişmanlık, hiç geçmeyen, hiç azalmayan bu lanet duygu, nasıl savunmasız kılar en güçlüyü bile.
Meral'in gözlerinden yayılan nefret, hırçın bir dalga gibi çarptı tüm düşüncelerine. Göz göze geldikleri andan beri, aklından geçen her şeyi yerle bir etti. Geriye sadece, verdiği ızdırabı bir nebze azaltmadan varlığını sürdüren, pişmanlık kaldı. Ve birde korku.
Evet korkuyordu Hakan. Bir zamanlar, huzur bulduğu gözlerin, şimdi deli maviye çalan renginden korkuyordu. Meral'in dudaklarından dökülecek kelimelerin ağırlığından ve ölmekten. Bir yaratıcının varlığına inanan her canlı gibi, ölümden korkuyordu.
Birbirine kenetlenmiş gözler hiç ayrılmadan, koltuktan kalktı Meral. Bir zamanlar, uğrunda herşeyini feda edebileceğini düşündüğü adama yaklaştı. Acaba onu gerçekten öldürebilir miydi. Aslında, öldürmek işin kolay tarafıydı. Zor olan, sonrasında yaşamaya devam etmekti.
Aralarında, bir kaç adımlık mesafe bıraktıktan sonra durdu. Öfkenin, çaresizliğe, bilinmezliğe dönüştüğünü hissedebiliyordu, ama buna izin veremezdi. Çaresizdi çünkü, Hakan'ı öldürebilir, ama geride bıraktıklarıyla yaşayamazdı. Derin bir nefes alıp, omuzlarını dikleştirdi.
- eee benim için soyunmayacak mısın yakışıklı, dedi.
Hakan'ın donuk bakışları, yaramaz bir çocuğunkiler gibi ışıldıyordu şimdi;
- bu kadar zahmete, beni soymak için katlanman gururumu okşadı tatlım, dedi.
Gülümsedi Meral. Ama bu gülümseme, sadece dudaklarında can bulmuştu.
- ne zahmeti canım, senin için değerdi. Seni soyup, tüm pisliklerinden arındırabilmek için burdayım, dedi.
Hakan'ın, ışıl ışıl parlayan gözleri söndü. Tek kaşını kaldırıp, alay eder bir havaya büründü.
- o zaman önce sen bebeğim, en az benim kadar, seninde arınmaya ihtiyacın var. Benden temiz olamazsın, dedi.
Bu imaya verecek cevabı vardı kadının. Elindeki silahın ucuyla, kalktığı koltuğu işaret etti genç adama. Hakan biraz tedirgin, yanından geçip, koltuğa ilerlerken konuştu Meral;
- rahat ol sevgilim, kirli geçmişlerimiz birbiriyle yarışabilir, ama ben kimseyi sırtından vurmadım vurmam.....korkma, dedi.
Hakan, tedirginliğini hisseden kadının karşısında, rahat görünmek için koltuğa yayılıp, sağ ayağını, sol dizinin üzerine koydu. Meral'in iğneleyici sözleri, üstüne düşeni yapmış, yüreğine saplanmıştı. Bir kez daha, yüzüne vurulmuştu ihaneti. Hafif bir tebessümle toparladı dağılan düşüncelerini. Sağ eliylede, oturduğu yerin karşısındaki, ikili koltuğu işaret ederek;
- sözlerin beni çok incitiyor canım, yinede şöyle buyur, misafir sayılırsın. Kendinide çok abartma, senden korkmuyorum, dedi.
Meral, tüm zarafetiyle yürüyüp, Hakan'ın tam karşısına oturdu. Diğerinin üzerine attığı bacağı, dekolteli siyah elbisesi sayesinde, gözler önüne serilmiş, bu kışkırtıcı manzara, adamın yutkunmasına sebep olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Takıntı
Tiểu Thuyết ChungAcımıyordu, evet anlamını bilmediği bir duygu vardı ama, kesinlikle acımıyordu. Gözlerini son kez kapattı ve hissetmek istedi, insan bu kadar duygusuz olabilirmiydi? Anlamını bilmediği duyguda kalbinde değil, beynindeydi zaten. Bu yüzden...