Hızlı adımlarla uzaklaştı Murat'tan. Çıkışını yaptıktan sonra, otoparktaki arabasına bindi. Spor bir arabaydı. Ona bir servete mal olan bu araba,(Mercedes AMG GT-S ) 501-525 beygir gücü, 3500-4000 cm küp motor hacmi ile, insanların hayranlık dolu bakışlarının hedefiydi.
Ateş kırmızı rengi ise, bu hayranlığı dahada körüklüyordu. Dikkat çekmeyi sevmiyordu, fakat bu yüzden, bu konfordan vazgeçemezdi. Saatte 100km sürate, sadece 3,8 saniyede çıkan bu araba, onun özgürlüğüydü. Tabi kırmızı yerine, daha az dikkat çeken bir renk seçebilirdi ama, bu arabaya en çok kırmızı yakışıyordu. Ayrıca kimse, bir katilin, ateş kırmızısı bir Mercedesle,ortalıkta dolaşacağını düşünmezdi. Katillerin rengi siyahtı.
Yola çıkmadan önce, müziği açtı. Bu muhteşem araçla bile, nerden baksa daha bir saatlik yolu vardı. Yorgundu, müzik onu ayık tutabilirdi.
Radyoda Murat Boz'un, haraketli parçası janti çalmaya başlayınca, arabasının konforu bile sinirlerinin bozulmasını engelleyemedi. Aklına Murat geldi. Neydi o son söylediği şeyler. Neden bu kadar sinirlenmiştiki? Ayrıca adamın hiçbir suçu yoktu. Sadece Rıfat Korcan'ın yüzlerce çalışanından biriydi. Tabiki üzgün olacaktı.
İncelediği dosyadaki, bütün o bilgilerden, şirkette finans elemanı olarak çalışan bir adamın, haberdar olması mümkün değildi. Murat nasılda şok olmuştu. Gözleri karmakarışık duygularla dolan adam, neler düşünmüştü acaba. "Evet böyle ölmeyi haketti, bende onu öldürdüm" deseydide tam olsaydı bari.
Radyoyu kapatıp, cd çaları açtı öfkeyle. Şimdi en sevdiği parçalardan biri çalıyordu. (Shaggy- sexy lady ) Müziğin sesini açıp, gaza bastı. Uyumak için can atıyordu.
Bir saatlik yolcuğun ardından, evinin bulunduğu sahil kasabasına gelmişti. İstanbul' a 105 km uzaklıkta olan bu yere, aslında çok daha çabuk gelebilirdi, tabi İstanbul'dan çıkana kadar cebelleştiği trafik olmasaydı.
Marmara Ereğli'si henüz, İstanbul' lu tatilciler tarafından keşfedilip, altı üstüne getirilmemiş, harika bir yerdi. Evine gitmek için, kasabanın en yüksek tepesine tırmandı. Nihayet gelmişti. Akşam karanlığı çökmüştü, sokağına gelince, arabanın camını açıp, tertemiz havayı çekti içine. Niye burda yaşadığını hatırladı yine. İstanbul'dan sonra, burası cennet gibiydi.
Evi sokaktaki en son evdi. Burayı, bütün manzaraya hakim olmasının yanında, sakin olduğu içinde seçmişti. Sokak aslında devam ediyordu, ama sol taraf, denize inen bir yamaçtı ve içinde, askeriyenin eskiden kullandığı depolar olan arazi, yola paralel olarak, tellerle ayrılmıştı. Sağ taraftaysa, tam tersine dik, ve otlarla kaplı bir bayır vardı. Yolun sonuysa, yerli halkın, "yarlar" yada "arka deniz" dediği, marmara denizini kucaklayan, uçuruma çıkıyordu.
Yüksek duvarlarla çevrili bu eve girmek için, iki yol vardı. Biri büyük ve demirden bahçe kapısı, diğeri, bir tarafı sokağa, diğer tarafı bahçeye açılan garaj kapısıydı. Otomatik kapıyı açıp arabasını garaja soktu. Çantasını alıp, inene kadar, garaj kapısı kapanmıştı. Harakete duyarlı garaj lambaları, arabanın kapısı açılır açılmaz yandılar. Bahçeye açılan küçük kapıya doğru ilerlerken, bir çıtırdı duyduğunu sandı. Etrafına dikkatle bakarken, gözü arabaya takıldı. Ses, arabanın kendini soğutmaya çalışan, V8 motorundan gelmiş olmalıydı. Işıkların altında parlayan muhteşem makinaya bakınca gülümsedi. Bu arabayı çok seviyordu.
Küçük kapıdan geçip karanlık bahçeye çıktığı anda, onu belinden kavrayan iki güçlü kola hazırlıksız yakalandı. Nabzı anında hızlansada, çabucak toparladı kendini. Ona arkadan saldıran adam, beline sarılırken, sol kolunuda sıkıştırmıştı ama, sırt çantasını omzuna attığı sağ kolu serbesti.Çantayı hemen, yere bıraktı. Aynı anda sağ kolunun dirseği, adamın yüzünde patladı. Yüzüne aldığı darbeyle sersemleyen saldırganın kolları gevşer gevşemez arkasını döndü. Dizini, omuzlarından yakaladığı adamın karnına geçirdi. Acıyla öne doğru eğilmeye çalışan adamı, omuzlarından hızlıca ittirip sırtüstü düşürdü. Tam adamın üzerine atlamıştı ki, altındaki adam;
- "heeyy napıyosun, delirdin mi sen"diye bağıdı.
Kadın şaşkınlıkla duraksadı. Sonra bahçeye doğru çevirdi kafasını ve;
- "ateş yan" dedi yüksek sesle.
Bahçe ışıkları bu emirle, aynı anda yandılar. Işıklar yanar yanmaz, altındaki adamı tanımıştı. Belli ki bir sürpriz yapmak için gelmişti Anıl. Yinede bahçesine izinsiz girmesini haklı çıkarmazdı bu.
Şok olmuş gözlerle yerde yatan, ve canının yandığı sıkılmış dişlerinden belli olan adama baktı. Saçları karışmış, gözleri kızarmıştı. Alt dudağının kenarı, dirseğinin darbesiyle patlamış olmalıydı, çünkü biraz kanamıştı. Hala şaşkınlık içinde kendisine bakan Anıl bu haliyle bile çok yakışıklıydı. Göz göze geldiler. İkiside konuşmuyordu. Kadının gözleri, adamın dudaklarına kaydı, alt dudağı darbeyle dahada dolgunlaşmıştı. Eğilip dudağının kenarındaki kanı yaladı ve o dolgun alt dudağı, dudaklarının arasına aldı.
Bu küçük temas, ikisininde gözbebeklerinin alev almasını sağlamıştı. Dudaklarının arasındaki sıcaklık, bütün duygularını arzuya dönüştürürken durdu kadın. Geri çekildi. Anıl daha fazlasını isteyen gözlerlerle bakarken, bahçeye döndü;
- "ateş sön" dedi.
Bahçe karanlığa gömülürken, Anıl bir çırpıda altına aldı onu. Şimdi sıra kendisindeydi. Anıl'ın bir kolu yerden destek alırken, diğeri kalçasına gitti, dudaklarını kadınınkilerle birleştirdiği anda dilinide yerleştirdi o muhteşem dudakların arasına. Altındaki güzellik zevkle kıpırdanırken, kalçasındaki elini yukarıya kaydırdı ve göğsünü avuçladı. Minik bir inleme, kadının dudaklarından çıkıp , dudaklarına değdiği anda gülümsedi Anıl. Bu gece onun gecesi olacaktı ve ,herşeyden önemlisi; yediği dayağa değmişti.
Okuyucu sayısı yavaşta olsa arttığı halde, oylama ve yorum değişmiyor. Lütfen beğendiyseniz yıldız, ve azda olsa bir yorum bırakın.
Küfür ve hakaret içermediği sürece eleştiriye açığım. İyi sabahlar. Ben artık uyumalıyım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Takıntı
Narrativa generaleAcımıyordu, evet anlamını bilmediği bir duygu vardı ama, kesinlikle acımıyordu. Gözlerini son kez kapattı ve hissetmek istedi, insan bu kadar duygusuz olabilirmiydi? Anlamını bilmediği duyguda kalbinde değil, beynindeydi zaten. Bu yüzden...