Murat, elinden geldiğince çabuk davranıp, bilgisayarı teslim ettikten sonra, cenaze törenine yetişmişti.
İnsanların dikkatini çekmemek için, sessizce kalabalığa yaklaşıp, ön sıralardaki yerini aldı. Ablasının naaşı mezara konmak üzereydi.
Donuk bakışlarla bu sahneyi izlerken, içinde hiç bir duygunun can bulmaması ne garipti. Ne acı, ne hüzün nede mutluluk! İçinde boşluktan başka bir şey yoktu sanki.
Hemen yanında titreyen küçük bedene uzandı ve Elif'in elini avucuna aldı. Göz göze geldiklerinde, kızın gözlerinde de aynı boşluğu gördüğünü sandı bir an. Ama Elif onu görür görmez, göğsüne kapanıp, daha fazla titremeye ve sessizce hıçkırmaya başlayınca, yanıldığını düşündü.
Murat boştaki elini kızın sırtına koyup, acısını paylaşmak istedi. Ve usulca fısıldadı;
- biliyorum, çok zor ama geçecek! Zaman tüm acıları hafifletir canım. Ben hep yanındayım!
Titremeleri az da olsa hafifleyen kız, başını dayısının göğsünden kaldırıp, kızarmış gözlerini onun gözlerine dikti ve, oda etraftakilerin duymaması için, fısıldadı;
- acı çekmiyorum dayı! İçimde öyle bir boşluk var ki! O boşlukta kaybolmaktan korkuyorum sadece! İşte bu yüzden, acı çekmediğim için ona benzemekten korkuyorum, dedi üzeri toprakla örtülmeye başlanan mezara bakarak.
Murat ilk anda şaşkınlıktan ne diyeceğini bilemeyerek, kızın başını tekrar göğsüne yasladı ve ona sımsıkı sarıldı. Siyah bir eşarpla sarılmış saçlarını öptükten sonra;
- korkma Elif! Vicdan sonradan kaybedilen bir hazine değildir. Sen bu hazineye sahip bir insan olarak dünyaya geldin. Şimdi anneni kaybetmenin acısını yaşamıyor olman, vicdansız olduğunu göstermez. Sen kocaman kalbi olan bir kızsın, dedi. Sözlerinin saçma olduğunun farkındaydı. Fakat söylenecek başka söz bulamamıştı.
Elif dayısının anlatmak istediği şeyi biliyordu. Küçük yaşına rağmen yaşadıkları, ona bunu göstermişti zaten. Vicdansız insanlar yarattığı için, ve onlardan birinin annesi olmasına izin verdiği için, Allah'a isyan ettiği geceleri hatırladı. Ve anneannesinin sözleri geldi aklına, "sabret canımın içi isyan etme" derdi her zaman, "Allah'ın acelesi yok! Biz insanlar biraz sabırsızız sadece".
Elif, bir türlü kurumayan gözlerini, gökyüzüne çevirdi ve fısıldadı.
- teşekkür ederim! Beni duyduğunu biliyordum!
Murat, kendi kendine mırıldanan kızın sözlerini tam anlayamasada, "teşekkür" kelimesini yakalayabilmişti.
Elif'i mezar kapandığı için yanlarına gelen babasına teslim etti. Adam kızını kolunun altına alıp sarıldı. Murat'a başıyla kısa bir selam verdikten sonra, dönüp kızıyla birlikte mezarlığın çıkışına yöneldi. Diğer insanlarda onları takip etmeye başladılar.
Murat bir adım bile atmamıştı oysaki. Sadece imam ve o kalmıştı kalabalıktan geriye. Genç adam, kendisine uzun gelen bir süre, ablasını mezarını seyretti.
Herşey bitmişti işte! Hayat bu kadardı! Şimdi mezarın üzerinde yükselen toprak, bir süre sonra, içindeki ruhsuz bedeni yutup, alçalacaktı. Varlığından geriye kalan hiçbir iz bırakmayana kadar, içindekini çürütecekti. Dünyada sahip olduğumuz ne varsa, dünyada kalacaktı. Peki neden var olmuştuk o zaman? Bir gün hiç yaşamamış gibi silinip gideceksek, varlığımızın amacı neydi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mükemmel Takıntı
General FictionAcımıyordu, evet anlamını bilmediği bir duygu vardı ama, kesinlikle acımıyordu. Gözlerini son kez kapattı ve hissetmek istedi, insan bu kadar duygusuz olabilirmiydi? Anlamını bilmediği duyguda kalbinde değil, beynindeydi zaten. Bu yüzden...