3. Bölüm 'Cenk'

1.6K 177 84
                                    

Selamünaleyküm,

Bu bölümü yazmam iki günümü aldı. Aslında toplasam 5,5-6 sayfa arası tutuyor. Bundan daha fazlasını bir günde yazmışlığım var. Lakin tarihi roman yazmanın da kendine göre büyük zorlukları oluyor. Tamam, size tarih anlatmıyorum; tarihten ilham alarak bir hikaye önünüze koyuyorum ama asgari düzeyde de olsa yaşanmış olaylarla benzerlik göstermesi, özünü bozmadan size aktarmam tarihe saygıdan olsa gerek. ;)

Bu yüzden önceki bölümde yeni bölüm yayınlama süremin 1 ila 2 gün arasında değişiklik göstereceğini söyledim. Bu bölüm sırf savaş içeriyor. Bu yüzden hareket seven arkadaşlar için baya doyurucu olacaktır. İnşallah birebir mücadeleleri bilhassa seversiniz. Oldu bittiye getirmemeye çalışıyorum.

Medya'ya da okurken dinleyebileceğiniz bir ezgi koydum. Tam bu bölüme uygun. ;)

_________

 Şafak sökmeye yakın Selçuklu ordusu harekete geçmişti. Eğer şansları varsa Bizans ordusunun beklediklerinden daha erken bir saldırı gerçekleştirmiş olurlardı ama öyle olmadı. Düşman hazırda bekliyordu. Basileus'un tahta geçmesinden bu yana Türkler ile savaşması, onlar hakkında da az buçuk bir şeyler öğrenmesi için yeterli olmuştu.

Bizans'ın sürgün imparatoru Basileus, Sultan Alaaddin Keykubad gibi, kendi ordusunun başındaydı. Mağrur bir şekilde atının üzerinde duruyordu. Zırhı güneşin etkisiyle parıltı saçarken, bakışları her şeye hakim bir askerin edası ile ordusunun üzerinde geziniyordu. Kendisinden önceki imparator olan Teodor Laskaris'in yaşayan tek çocuğu; kızı Irene ile evlenerek hem damadı hem de Bizans'ın yeni imparatoru olmuştu. Basileus'un babası da kendisi gibi bir asker, generaldi. Bu yüzden kendisinden önceki çoğu imparatorun aksine hem savaşmayı hem yönetmeyi daha iyi biliyordu. Tahta çıkarken ki en büyük emeli Konstantinopolis'i kafir Latinlerden kurtarmaktı. Lakin sınırlarına her gün akınlar düzenleyen Türkler, Latinlerden daha öncelikli bir sorun olarak gözüne çarpmıştı. Bu şekilde giderse hakimiyet alanları Türklerin eline geçecek ve nefes almaları mümkün olmayacaktı. Daha da kötüsü Doğu Roma İmparatorluğu yok olacaktı. Basileus, tarihe Bizans'ın Son İmparatoru olarak geçmeyi reddediyordu.

Selçuklu ve Bizans arasındaki savaş, aşağı yukarı iki gün sürdü. İki taraf da yılmadan mücadele ediyordu. Basileus'un askeri kökleri bu savaşta, ordusunu en iyi şekilde kumanda ederek, etkisini en üst seviyede göstermişti. Genç İmparator, Sultan Alaaddin'e karşı en büyük darbeyi belki de bu savaşta indirecekti. Evet, Sultan Alaaddin iyi bir sultan ve komutan olabilirdi ama kendisinin de ondan yana kalır bir tarafı yoktu. En azından Latinlerin aksine, sarayına tıkılıp kalmamış; Türklerin karşısına korkusuzca çıkıp, savaşma cesaretini göstermişti. Onlar Konstantinopolis'in yüksek surlarının ardında Türklere karşı kendilerinin güvende olduklarını düşünüyorlardı.

Savaş, iki ordunun lehine de değildi aleyhine de...

İkinci gün, öğleye doğru Türkler bir anda oyunlarını değiştirince göz açıp kapayıncaya kadar Bizans ordusu ikiye bölündü. Basileus ne olduğunu anlayacak vakti bile bulamamıştı. Ne olmuştu da güç dengesi bir anda Selçuklu lehine dönmüştü? Bakışlarını savaş meydanında gezdirdi. Gözleri birliklerinin başında korkusuzca atını süren bir gence takıldı. Kumral saçı, tek bir örgü ile sırtına iniyordu. Bir kurt gibi sağa sola atılıyor, adamları da gittiği her yerde onu takip ediyor ve Selçuklu ordusuna yol açıyordu.

Generali hemen İmparatorun kulağına eğilerek, "Kayı Beyi Ertuğrul." dedi.

"Ah, Ertuğrul. Sultanın akıncı beyi." dedi Basileus. Hafifçe başını salladı. Onu çok kez duymuştu. Yıllardır sınırlarına akınlar düzenleyen akıncı beylerinden biriydi. Birkaç sene evvel Karacahisar Kalesini fetheden kişi de bu adamdı. Şimdi de öncü kuvvetlerin komutasını almıştı. Akıncılar. Diye düşündü İmparator. Sultanın düzenli ordusu kadar disiplin sahibi ama onlardan daha çok manevra kabiliyetine sahip, güçlü savaşçılardı. Türklerin savaşlarda çok hızlı hareket edebilme kabiliyetleri biliniyordu ama bu göçebe Türkler için daha geçerli bir durumdu. Ne de olsa hayatları boyunca diyar diyar gezmekte ve cenk etmekteydiler. Kendileri gibi rahat döşeklerde yatıp, paslanmamayı umarak ömür tüketmiyorlardı. Basileus bir an için Türklerin tarzını taklit etmeyi aklından geçirmişse de aklına geldiği gibi vazgeçmişti. Askerlerini böyle bir şekilde yetiştirme imkanlarından yoksundu. Dahası yaşam felsefelerine tersti. Bu yüzden daha akıllıca çözümler bulmayı tercih etmişti. Daha gerçekçi çözümler...

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin