12. Bölüm 'Aldacı'

738 81 45
                                    

Selamünaleyküm,

Hareketli bir bölümle daha karşınızdayız. Bu bölümde Baycu Noyan'ın geçmişine gideceğiz ve Gökbörü ile ilk karşılaşması gibi noktalara değineceğiz. Bundan sonra da Moğolları  ve Baycu Noyan'ı çok uzunca bir zaman görmeyeceğiz. :)

İnşallah bölümü beğenirsiniz. Eksik olduğunu, üzerinde çalışışması gerek dediğiniz bir yer varsa lütfen yazın.

DİPÇE: Ezgimizi dinlemeyi unutmayın. :)

__________


Gece, çok hızlı bir şekilde gelmişti. Günlerin uzamasına daha bir aydan az zaman vardı ama Besud kabilesi için gün, her zamankinden daha hızlı geçip gitmiş, ani bir soğuk bastırmıştı. Besud halkı, bu havayı uğursuzluk olarak gördü. Oysa bahar mevsimindeydiler ve yaylak olarak Moğolistan'ın sınırları dışına çıkıp, Urumçi'ye yerleşmişlerdi. Artık burası da bir çok yer gibi Moğol İmparatorluğu sınırları içerisinde yer aldığı için Moğollar için güvenli bir bölge kabul ediliyordu. Zaten hangi ahmak, Cengiz Han'ın gazabını üzerine çekeceğini bildiği halde üzerilerine saldırabilirdi ki?

Boz renkli bir atlı, usulce atını kabilenin sınırları içerisine sürdü. Bulutlar, geceyi çarşaf gibi örtüğü için gökyüzünde tek bir yıldız ve ay görünmüyordu. Gece sadece birkaç meşale ile aydınlatılmaya çalışılıyor ama onlar bile bu kör karanlığı delip geçemiyordu. Atlı, kabile lideri ile görüşmek istediğini söyleyince müsaade ettiler. Yüzü, gecenin içinde kaybolmuşsa da birkaç gün önce de geldiği için tanıyorlardı. Zaten savaşçı bir kabile olduklarından tek bir yabancının varlığından korkacak değillerdi. Öyle ya Cengiz Han'ın bile takdirini kazanmış, Jebe gibi namlı bir Nogay'ı yetiştirmiş bir kabileydi.

Atlı, otağın önüne gelince atından indi ve kılıçlarını atında bırakarak nöbetçilerin yol vermesini bekledi. Bu yabancı hiçbir şekilde pusatlarını başkasına teslim etmiyordu. Nöbetçiler de o içeride iken attan silahları almak istemişse de at, binicisinin emanetine sahip çıkıp, müsaade etmemişti.

Gökbörü otağa girer girmez peçesini çıkarttı. Jebe'nin babası bey postuna oturmuştu. Yanında ise onu bekliyormuşcasına iki nöker vardı.

Yavaş adımlarla beyin önüne geçti ve oturdu. Otağ, diğer Türk otağlarından çok farklı değildi. Sadece kullanılan tamgalar ve işlemelerde farklılık vardı ki o da zaten her Türk boy ve oymağına göre değişiklik gösterirdi.

"Karara vardınız mı, beyim?"

Gökbörü'nün sesi zaten cevabı biliyormuş gibi çıktı. Sadece adet olduğu üzere sormuştu. Onun tek derdi işi kuralına göre yapmaktı. Bunu da ihtiyarlar ve Öden Kağan'ın zoruyla yapıyordu. Sonuçta sonucunu bildiği şey için bu kadar diplomasiye ne gerek vardı ki?

Besud kabilesinin beyi, genç Gökbörü'ye baktı. Boz rengi gözlerinin çevresini neden siyaha boyadığını merak ediyordu. Düşmanını korkutmak için miydi? Oysa çoğu zaman miğfere benzer bir börk takıyor, yüzünü de örme zırh peçeyle kapatıyordu. Aynı diğer börüler gibi. Belki de tanınmamak içindi? Karşısındaki gencin şu anki halinden daha farklı bir şekilde, insanları arasında tedbiri kıyafet giymiş halde gezdiğini de pek sanmıyordu ama neyse.

"Bir şey mi oldu?" diye sordu, Gökbörü.

Bey başını salladı. "Seni merak ederdim. Gerçekten Gökbörü müsün yoksa onun ismini almış bir sahtekar mısın, merak ettim."

Toy zamanları olsaydı Gökbörü buna çok kızardı. Bunun yerine sadece gülümsemeyi tercih etti.

"Börüye dönüşebiliyor musun?" diye sordu, tekrar bey.

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin