7. Bölüm 'İhtiyarlar'

1K 125 12
                                    

Selamünaleyküm,

Saatlerdir yazıyorum ve yazacağım daha kısım da vardı ama yoruldum. :D İnşallah bu bölümü beğenirsiniz. :)

DİPÇE: Ezgimizi dinlemeyi unutmayın. :)

________

Ahlat, Büyük Selçuklu hükümdarı Tuğrul Bey tarafından fethedilmiş nadide bir şehirdi. Her ne kadar zaman zaman Bizans ile aralarında el değiştirmişse de Türkistan'dan Anadolu'ya göç eden Türkler tarafından tekrar ele geçirilmiş ve Türkleştirilmişti. O zamandan sonra da Selçuklu, Ahlat'ı kendisine askeri üs yapmış, burada büyük askeri birlikler kurarak akınlar düzenlemeye başlamıştı. Sonunda Selçuklu Sultanı Alparslan, Malazgirt Savaşı ile Bizansı yenmeyi başarmış, bu savaşta yarar sağlayan Ahlatlıları da ödüllendirmişti.

O zamandan beri de Ahlat, Türklerin Anadolu'ya açılan kapısı olarak, Bağdat, Halep ve Şam kadar ünlü ve değerli bir şehir konumuna oturmuş, tam bir ilim yuvası haline gelmişti. Bu yüzden bu şehre Kubbet'ül İslam da deniyordu. Bu nadide şehir, sadece ilim ve sanat adamlarının merkezi değildi.

Fakat zaman içerisinde şehir, Eyyubilerin eline geçmişti. Bir ara Harzemşahlar tarafından kuşatılsa da Eyyubiler, ellerinde tutmaya devam etmişti. Selçuklu Sultanı da Eyyubiler ile iyi ilişkiler içerisinde olduğundan, şehri ele geçirmek gibi bir düşünce içerisine girmemişti. Onun derdi Moğol belası ve batı sınırlarındaki Bizans idi.

Malazgirt Zaferi sonrasında Ahlat'a yerleşme kararı alan ve Anadolu'yu İslamlaştırıp, Türklere yurt yapmak isteyen önemli bir teşkilat vardı. Köklerinin Oğuz Kağan'a kadar gittiği bu teşkilat, devletlerin de üstünde olması ve gizliliği esas alması ile bunca yıl varlığını sürdürmeyi başarmıştı.

Gökbörü, yaklaşık üç senedir Anadolu topraklarına ayak basmamıştı. Çok kısa bir süreliğine bir kere gelip, geri gitmesi gerektiğini saymazsa buralardan uzak yaşamak zorunda kalmıştı. Kısa ziyaretinde bile bu şehre uğrama imkanı olmamıştı. Ahlat, onun doğduğu, büyüdüğü ve yetiştiği bir cennetti. Lakin herkes gibi onun da varlığının bir amacı vardı. Bu amaç, onun sürekli diyar diyar dolaşmasını ve kendisine verilen vazifeleri eksiksiz yerine getirmesini öngörüyordu.

Gökbörü, atı ile şehri dolanırken burayı ne kadar da özlediğini fark etti. Şehirde Büyük Selçuklu Devletine has mimariyle donatılmış nice eser dört bir yandan yükseliyordu. Her ne kadar şu an Eyyubilerin yönetiminde olsa da Eyyubi mimarisi kendini çok gösteremiyordu. Nüfus da bir o kadar kalabalıktı. Şehrin, Tatvan Denizi kıyısına kurulu olması, manzarayı daha bir renklendiriyordu. Zira çevresi dağlarla da kaplı olan Tatvan Denizi, muazzam bir güzellik kaynağıydı.

Tatvan Denizi denilen yerin aslında çok büyük bir göl olması, işin manidar olan kısmıydı. Türkleri tanımayan insanlar için gölü, deniz olarak anmaları garip kaçabilirdi. Lakin Türklerin yaşam yerleri arasında gerçek denize kıyı olan bir bölge uzunca süre var olmamıştı. En azından her Türk boyu için... Bu yüzden denizcilikten ziyade karacılardı ve Japonlar gibi balık yemek yerine, kırmızı et tercih ederlerdi.

Eğer biri size denizin, çok büyük bir su kütlesi olduğunu ve suyun da tuzlu olduğunu anlatırsa, haliyle denizin adını sanını duyup göremedikleri onca zaman sonra karşılaştıkları ilk gölü, büyüklüğü yüzünden, deniz sanmaları çok olağandı. Buna ilk örnek Oğuz Kağan'dan bu yana İdil Denizi olarak anılan Hazar Deniziydi. Hazar Kağanlığı kurulduktan sonra bu ismi almıştı. Tatvan'dan bile daha büyük bir göldü ve tuzluydu. Tatvan da sodalı ve tuzlu bir göldü. Bu yüzden atalarının bu iki büyük gölü, ilk karşılaştıklarında deniz sanmalarına şaşmıyordu. Elbette gerçek denizi bulduklarında bile hala deniz diye ifade etmeleri, dil alışkanlığından olsa gerekti.

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin