20. Bölüm 'Düş'

439 58 15
                                    

Selamünaleyküm,

Öncelikle habersiz bir şekilde birkaç gündür sizi beklettiğim için özür dilerim. Birkaç gündür hastaydım ve hastalığım gözlerimi dahi ağrıtacak şekilde etki edince, telefon, bilgisayar hatta televziyona bile uzun süre bakamaz oldum. Yoksa aslında oldukça hafif atlatıyordum ama malum gözler... İnşallah beklediğinize değer. En son beyimizi oklanmış bir halde bırakmıştık. Bu bölümden de anlayacağınız üzere beklenen o an yavaş yavaş geliyor, inşallah. :)

DİPÇE: Tam da bu 'düş' bölümüne özel bir ezgi koydum. Muhakkak dinleyerek okuyun. ;)

_________

Aldığı her nefes, göğsünü yakıyordu. Aslında bunu tam olarak hissedip hissetmediğinden de emin değildi. Çünkü şu an bir düşün içinde olduğundan adı kadar emindi. Yeni yeni uyanmaya başlamış doğanın tam ortasında, kıştan kalma sarı yaprakların üzerinde, bağdaş kurmuş, oturuyordu. Havalar yavaş yavaş ısınmaya başlasa da toprak hala soğuktu ve zaten dağlık alanlarda aksi düşünülemezdi.

Domaniç Dağlarında olduğunu anlaması güç olmadı. Yıllardır buralarda geziniyor, avlanıyor ve deyim yerindeyse buraları mesken ediniyordu. Bu toprakları avucunun içi gibi bildiğini rahatlıkla iddia edebilirdi. Fakat bu sefer Domaniç Dağlarına pus çökmüştü. Soğuk havadan sıcak havaya geçişlerin olduğu şu günlerde bunu bekliyordu.

"Şimdi kurtlar ava çıkmıştır." dedi, kendi kendine. Bunu neden söylemişti? Düşünmemişti bile. Zaten bir düşün içinde olmasının olayı da bu değil miydi? Düş görürken bir şey düşünmez anında söyler ya da yapardın. Sadece anın farkında olduğunda- şu anki gibi- düşünme yetini geri kazanıyordun.

Ertuğrul, uluma sesini duyar duymaz ayakları üzerine dikildi. Eli içgüdüsel olarak kılıcına gitti ama pusatı yoktu. Kemerindeki hançerine davranmak istedi ama hançeri de yoktu. Şu an tek pusatı yumrukları ve tekmeleriydi. Bu da bir kurt için ne kadar etkili olursa artık?

"Hallederim." dedi, yine kendi kendine. "Daha azgın yaratıklarla dövüşmedin mi, Ertuğrul? Hiçbir hayvan, iki ayağı üzerinde yürüyen yaratıklar kadar tehlikeli olamaz."

Evet ama havaya pus düşmüştü ve bir kurt, puslu havayı severdi. Onların en sevdiği av zamanlarıydı ve kurtlarla ilgili en önemli şey...

"Bir kurt asla yalnız gezmez." dedi, Kayı Beyi.

Ulumalar arttı. Sesler dört bir yandan geliyordu. Sanki yüzlerce kurt sürüsü kendisine doğru geliyordu. Ertuğrul uzun zaman sonra ilk defa yüreğinde korku ve endişe hissetti. Duygularını belli etmemeye çalışarak sağına soluna bakındı; oymağı neredeydi? Halime'si neredeydi? Ya alpları? İyiler miydi? Nereye gitmişlerdi?

Kendi sesi beyninin içinde yankılandı. Rüya! Bu bir rüya, kendine gel! Doğru ya! Bu bir düş idi! Korkacak, endişe edecek bir şey yoktu. Ailesi güvende ve sağ salimdi. Oymağı ile Domaniç yaylasına gelmişler, çadırları otağları kurmaya başlamışlardı.

Hayır, öyle bir şey olmadı. Dedi yine kendi sesi. Yaylaya daha varmadık. Unuttun mu?

Elbette! Ertuğrul, Bizans askerleri tarafından okla yaralanmıştı. O zaman şu anda ölümle mi pençeleşiyordu?

"Belki de çoktan öldün?" dedi, başka bir ses.

Ses yankılanarak kulaklarına ulaştı. Çok yakınından geliyordu ama sesin sahibi görünmüyordu. Tonu güçlüydü ama bir kadına mı yoksa bir erkeğe mi aitti bilememişti. Sanki ikisine birden aitti.

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin