51. Bölüm 'Son Söz'

673 46 64
                                    

Selamünaleyküm,

Sonunda bir romanın daha sonuna geldik. İnşallah beğenmişsinizdir. Sizinle birkaç ayımız geçti, güzel de geçti. Yorumlarınız ve desteğiniz için can-ı gönülden teşekkür ederim.

Sizden iki ricam olacak;

İlki roman hakkında genel hatları ile ne düşündüğünüzü yazmanız, çekinmeyin lütfen(bilhassa Hayalet Okuycular :) ).

İkincisi bu roman bir serinin 2. cildi. İlki Gökbörü ve Oğuz Kağan idi. Bilmem okumak ister misiniz? Eğer okumak isterseniz lütfen belirtin, okunmayacak bir şeyi koymak pek istemiyorum. Geri dönüş olmayınca insan üzülüyor. :(

Haydi bakalım, son bölüm gelsin.

_____

Ertuğrul yanlarına geldiğinde Gökbörü, Boz'un başına geçmiş dua okuyordu. Bir hayvan için dua okumak garip kaçabilirdi ama Boz, özeldi. Onun atıydı. Bunca yıl yoldaşı olmuştu. Dahası hayatını kurtarmıştı. Gökbörü'nün gözlerinden birkaç yaş damladı, fazlasına izin vermedi. Ne de olsa Gökbörü olarak bir namı vardı, herkesin içinde hüngür hüngür ağlayamazdı, bunu daha sonraya saklıyordu.

"Tapınakçılar dağıldı." dedi, Ertuğrul. "Kalanları avlamaları için alplarımı gönderdim."

"İyi yapmışsın, Ertuğrul Bey. Bir tanesinin bile kaçmasına izin vermeyeceğiz." dedi, Güngök.

"Bir kere kurdun inine girdiler, kaçamazlar."

Gökbörü kocası ve kuzeninin konuşmasını yarım yamalak dinledi. Aklı hala Boz'da idi. Onunla bir daha didişemeyecek olmasına, rüzgarı hissederek dört nala koşamayacak olmasına ve cenklerde düşmana korku salamayacak olmasına katlanması gerektiği gerçeği ile yüzleşmekle meşguldü. Onun yerini bir başka atın alacak olması mümkün değildi! Hiçbiri onun gibi olamazdı. Birlikte büyümüşler, talim görmüşlerdi. Gardaşını kaybetmiş kadar acı çekiyordu.

"Gökbörü," dedi Güngök. "Şehitleri ve Boz'u gömmek lazımdır. Ayrıca leşleri de burada bırakamayız."

"Leşleri yakın." dedi, Gökbörü. Ölü Meçkey'i gösterdi. "Bilhassa şu vebalıyı. Şehitlerle aynı toprağın altına giremezler."

Ertuğrul emin olamamışsa da Güngök katıldı. Ertuğrul'a dönerek, "Şu işi halledelim." dedi.

Ertuğrul ve Güngök, alplar ile şehitler ve leşlerle ilgilenirken Gökbörü de Boz'u, manzarasını sevdiği, o höyüğe götürüp, gömdü.

Atının mezarının başında durup, karşısındaki dağ, tepe ve köy manzarasını izledi. Hafif, tatlı bir meltem esti. "Bozhöyük." dedi, Gökbörü. "Burası Boz'un mezarı. Bu bölgenin adına böyle seslenelim? "

Güngök ve Ertuğrul yavaşça yaklaştı. Ertuğrul tekrar etti, "Bozhöyük." Madem bu toprakları Türkleştiriyorlardı, o zaman isimleri de öyle olmak zorundaydı. Bozhöyük uygun bir isimdi. Namlı ve cesur bir atın ismi... Kim demiş bir hayvandan kahraman olmaz? Hele ki o bir Türk atıysa!

Gökbörü ayağa kalktı ve Ertuğrul'a döndü. Yüz ifadesi ilk karşılaştığında olduğu gibi duygusuzdu. " Ertuğrul Bey, oymağına dönesin. Sana bir muştu vardır."

Ertuğrul'un kaşları büzüştü. "Hayırdır, inşallah?"

Gökbörü'nün yüzü, hafif bir tebessümle yumuşadı. "Halime Hatun doğum yapmıştır. Kutlarım, bir oğlun oldu."

Ertuğrul'un ifadesi dondu. Gökbörü'nün söylediği şeyi idrak ettiğinde yüzünde gün doğmuş gibi aydın bir parlaklık oldu. "Allah! Allah!" dedi, sevinçle. "Benden bu muştu için ne istersin, Gökbörü Hatun? Ne dilersen, söyle yeter."

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin