44. Bölüm 'İtburnu'

377 46 18
                                    

Selamünaleyküm,

Geldik bir yeni bölüme daha. Canlarım, eğer hesaplamalarım beni yanıtlmaz ise romanımız bu hafta bitecek ve ben de Hayalet Dünya'ya dönüş yapacağım, inşallah. Özledim Akça ve Pars'ı.  Baksanıza bu romanda bile Akça (Koca) var. İşin doğrusu Hayalet Serisindeki Akça'nın ismini Akça Koca'dan aldım. Ak ile ilgili bir isim lazım olunca aklıma Akça Koca geldi. Böylece bir itiraf yapmış olayım. :D

_________

Kayı oymağı, her yaz sonu olduğu gibi Söğüt'e doğru yollara düşmüştü. Bu sene sonbaharın erken geleceği konuşuluyordu. Bu yüzden her zamankinden daha erken Domaniç'ten ayrılmışlardı.

Ertuğrul Bey, adedi olduğu üzere, kervanı boydan boya kolaçan ederek en öne vardı. Belli aralıklarla bunu yaparak ahalinin bir sorun yaşayıp yaşamadığını denetliyordu. Elbette ki alplarına ve beylerine güveniyordu ama yine de sorumluluk sahibi bir er olarak, kendi gözleriyle de doğrulaması daha evla idi. Hem bu şekilde halkına ne denli değer verdiğini de göstermiş oluyordu. Eğer imkanı olsa çevre obaların ve oymakların göç hareketini de denetlemek isterdi. Ne de olsa ucbeyi olarak sadece kendi oymağından değil bölgedeki her bir Türkmen obasından sorumluydu.

Hemen yanı başında duran karısı Halime'ye döndü. Kahverengi atının üstünde dikkatli bir şekilde ilerliyordu. Karnı eskisinden daha büyüktü. Bu yüzden çok rahat bir yolculuk geçirmediğini tahmin etse de Halime, tek bir şikayette dahi bulunmuyordu.

Allah nasip ederse bir iki ay sonra üçüncü çocuğunu kucağına alacaktı. Halime de zaman yaklaştıkça heyecanlanıyordu. İki çocuktan sonra üçüncü çocuğa sahip olmak, onu mutlu ediyordu. Çocuk, bereket demekti. Neşe demekti. Allah, çocuklu bir aileyi muhakkak rızklandırırdı; Kur'an'da böyle diyordu.

Çocuksuz bir ev, ölü bir evden farksızdı. Ertuğrul için böyle bir yurtta yaşayanlar gerçek bir aile değildi. Oymağında da çocuğu olmayan birkaç evli çift vardı; onlar için üzülmüyor değildi. Çocukları olmadığı için yurtlarında tam manası ile neşe ve heyecan yoktu. Belki çocuk evlat edinmeleri daha iyi olurdu? Kendi çocukları olmazdı ama yine de bir çocuğun verebileceği her şeyi verebilirdi; keyif, neşe, bereket, rahmet, sevgi, gurur ve en önemlisi gelecek... Yani mirasları olabilirdi.

Kervan, ikindiye doğru Söğüt'e vardı. Alplar süratle güvenliği sağlamaya koyuldu. Ahali ise olabildiğince hızlı bir şekilde yurtlarını kurmaya başladı. En önce gece başlarını sokabilecekleri bir yer gerekti. Gerisini Allah'ın izniyle, ertesi gün ve sonraki günlerde, yavaş yavaş hallederlerdi. Zaten bunca yılın verdiği tecrübe sayesinde çadırları çok hızlı bir şekilde kaldırıp, yeniden kurabiliyorlardı.

Bey Otağı, ilk kurulan yurtların başındaydı. Ertuğrul da anası ve karısını dinlenmeleri için odalarına göndermişti. Karısı zaten, yüklü haliyle, yeterince yorulmuş, anası da kocamış haliyle bitkin düşmüştü. Maalesef Hayme Hatun, eskisi gibi canlı ve hareketli değildi. Yollar artık onu daha hızlı yoruyor, hareketleri de gün geçtikçe yavaşlıyordu. Kocamak böyle bir şeydi işte. Yine de bu da güzeldi!

Gençken kan da deli akardı, bu yüzden gençlere delikanlı denirdi; hızlı düşünür, hızlı karar alır ve hızlı harekete geçerlerdi. Lakin kocamışlar öyle miydi? Hareketleri gibi düşünceleri de yavaştı, aldıkları kararlar da... Daha temkinli, daha bir ölçüp tartıp... daha bir bilgece...

Her yaşın ayrı bir güzelliği, değeri ve kutsallığı vardı. Her yaşın ayrı bir tecrübesi... ayrı bir beklentisi... ayrı bir becerisi vardı. İnsan, yaşlanmaktan korkmamalıydı. Doğmaktan, çocuk olmaktan, büyümekten ve genç olmaktan ya da yetişkinliğe ermekten korkuyor muydu ki yaşlanmaktan da korksun? O zaman geriye tek şey kalıyordu; her yaşın tadını çıkartmak. Belli mi olur, Allah'ın takdiri; belki de Levh-i Mahfûz'da kendileri için; her yaşı görecek bir ömür yazmıyordu?

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin