34. Bölüm 'İşgal'

423 51 21
                                    

Selamlar,

Bu bölüm oldukça sakin ama şehirin o dönemki durumu hakkında oldukça bilgi dolu bir içeriğe sahip. İnşallah beğenirsiniz. :)

_______

Galata'da güvenlik, has şehirde olduğu kadar sıkı ve istikrarlı değildi. Hatta daha yıpranmış ve köhne bir havası olduğu bile söylenebilirdi. Şehrin bu bölümünde birkaç küçük kilise, pazar ve evler vardı. Halkın bir kısmı, güvenlik sorunu olsa bile, has şehirden kalmaktansa burada kalmayı yeğliyordu. Çünkü şehir, haçlılarca işgal edilmiş ve imparatorları sürgün edilerek, yerine bir Latin Devleti kurulmuştu. Fakat halk hala Ortodoks Hristiyanlardan oluşmaktaydı. Katolik olan Latinler ile Ortodoks olan Bizanslılar birbirlerini kafir belleyip, dinden çıkarmışlar ve bitmek bilmeyen bir düşmanlık yüzyıllardır aralarında kol gezmişti. Şehrin işgali sırasında da haçlılar, Ortodokslara karşı his ve düşüncelerini açık seçik bir şekilde göstermişti. Öyle ki Bizanslılar iki yüz yıl da geçse yaşananların acısını hatırlayacaktı.

Ertuğrul ve Gökbörü, Galata'ya girmek için muhafızlara rüşvet vermek zorunda kalmıştı. Çünkü burada işler bir süredir böyle yürüyordu. Ertuğrul , evlerin ve dükkanların yanlarından geçerken buranın hiç de dışarıdan göründüğü kadar güzel olmadığını düşünmeye başladı. Bilhassa kirli sokaklar ve ara sokaklardan sızan idrar ve dışkı kokuları midesini altüst edince belki de has şehre girmenin daha iyi olacağını düşündü. Yan gözle Gökbörü'ye baktığında genç kadının yüzünün acı çeker gibi bir hali olduğunu gördü. Neredeyse nefesi tutuyordu. Ne de olsa onun koku duyusu Ertuğrul'un koku duyusundan kat ve kat fazlaydı. Ertuğrul'un midesi bulandıysa onun halini düşünmek dahi istemiyordu.

"Bu kokuyu unutmuşum." dedi, Gökbörü. "Bu küffarın temizliğe ne denli düşkün olduklarını şimdi hatırladım."

"Has şehir belki daha az kötü kokuyordur?" diye fikrini belirtti, Ertuğrul ama aslında sadece umut ediyordu. Gökbörü başını olumsuz bir şekilde sallayınca umudu da sulara gömüldü.

"Zaten aradığımız kişi burada. Gözden uzak olmak iyidir. Tapınakçılar burada fazla kol gezmez."

Ertuğrul bunca yol katetmesine rağmen neden bu kadim şehre geldiğini bilmiyordu. Gökbörü sadece düşmanını tanımakla ilgili bir şeyler söylemişti. Soru sormadı, nasıl olsa cevabını yakında öğrenecekti. Hem sorsa da söylemeyecekti. Bu hatun sadece kendi istediği zaman, gerektiğini düşündüğü kadar, bilgi veriyordu. Ertuğrul ilk başlarda bu halini garipsemiş hatta rahatsız olmuş olsa da yaşam şeklini ve gizli çalışma koşullarını düşündüğünde, aslında oldukça makul ve anlaşılabilir bir alışkanlık hatta tedbir olduğuna kanaat getirmişti.

Genç Kayı Beyi, kokunun dayanılmaz olduğunu düşündüğü anda kendisini denize doğru atmaya karar verdi. Belki sahil kenarında koku, daha az dayanılabilirdi?

"Yakında alışırsın, biraz daha dayan." dedi, Gökbörü.

Fakat Ertuğrul, onu duymadı. Gözleri, denize doğru inşa edilmiş bir kuleye takıldı. Eskiden uzun bir yapı olduğu kesindi ama şu haliyle yıkık dökük ve neredeyse yıkılmış bir halde orada öylece duruyordu. Ertuğrul bir şeylere benzetmeye çalışsa da benzetemedi. Belki bir gözlem kulesi ya da fener olabilirdi?

"Megolas Pyrgos, Büyük Kule. Galata Kulesi diyen de var." dedi, Gökbörü. Ertuğrul'un ilgisini çeken şeyi hemen fark etmişti. Zira onun da bu şehre ilk geldiğinde dikkatini çeken şey orası olmuştu. Kulenin o halini görünce içten içe bir hüzün bile hissetmişti ki buna kendi dahi anlam verememişti. Üzerinde düşününce bu kadim şehrin yaşadığı acıların simgesi gibi geldiğine kanaat getirdi. Sanki bu yıkık kuleye baktığında şehrin ağladığını hissediyordu. "Yıkılmadan önce deniz feneriymiş. Buranın simgelerinden biri."

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin