41. Bölüm 'Lupa'

347 47 25
                                    

Selamünaleyküm,

Yeni bölümle karşınızdayım ama farkındayım, biraz kısa oldu. Genelde üç sayfadan aşağı koymam ama bu sefer iki sayfa ile sınırlı. Aslında devamını yazacaktım ama zihnen yoruldum, devamını yarına bırakıp tamamlayarak ekleyebilirdim ama sizi daha fazla bekletmek istemedim. Sorularınız varsa çekinmeyin. :)

_______

Domaniç Dağlarının ardında, kuytu köşede, karanlık bir mağaranın önüne çömelmişti. Yaz ortasında olmalarına rağmen bulundukları yer bir hayli soğuktu. Karanlığı aydınlatmaya çalışan ateş bile onu ısıtmıyordu. Bunun başlıca nedeni kendisiydi; emeline kavuşmak için nice zamandır fırsat kolluyordu. Bunun için batı diyarına kadar göçmüş, aşağı gördüğü insanlarla muhatap kalmak zorunda kalmıştı. Sırf bu yüzden bile o Yek'e lanet edebilirdi.

"Çakma kam!"

Kara Kam çömeldiği yerde başını iki yana salladı. Lanet Yek'in sesi kulaklarında çınlıyordu. Yine onunla alay ediyor, onu aşağılıyor ve küçük görüyordu.

"Çakma?" dedi, dişlerinin arasından. "Senin gibi birinin beni sahte olarak çağırma hakkı mı var?"

Gökbörü'nün kahkahası kulaklarında çınlayınca öfkeyle bağırıp, yerinden kalktı.

"Keltoş cüce kam!"

Onun sesini yeniden duyunca kulaklarını kapatıp olduğu yerde tepindi.

"Bu bir kam ayini mi?" diye sordu, genç bir ses. Üstat Psellos'un karanlıkta bile parıltısını sönmeyen gözleri, kendisinden bir hayli kısa boylu olan kam'a odaklandı. Kam'ın hareketlerini bir ilim adamı edasıyla izliyor, öğrenmeye çalışıyordu. "Öyle ise oldukça ilginç yöntemleriniz varmış."

Kara Kam hoşnutsuz bakışlarını Bizanslıya dikti. "Kendi işine bak."

"Bakıyorum zaten." dedi, Üstat Psellos. İnce ipek cübbesini çekiştirerek birkaç adım attı. Taşların üzerine basıp, düşmemek için çaba sarf ediyordu. Dağlık taşlık yerlerde oturup kalkmak pek de ona göre değildi. Psellos gibiler rahata ve lükse alışkın olurdu. Öyle büyümüştü. Elbette ki gerektiği zaman -bilhassa yeni şeyler öğreneceğinde- her türlü rahatsızlık verici şartlara katlanabilecek sabır ve azim, kendisinde de mevcuttu. Ne de olsa azmin sonunda elde edeceği büyük bir bilgi hazinesi olacaktı. Buna değerdi.

Elbette bu seferki seyahati tam olarak bilgi avına çıkmak değildi. Bu barbarı kapısının önünde görene kadar Konstantinopolis'in ötesine, yakın zamana kadar, adım atmayı dahi düşünmüyordu. İmparator Basileus'un şehri yeniden hedef almasından sonra, işler istekleri doğrultusunda ilerlemiyordu. Bir türlü Selçuklu ile arasında yeni bir savaş başlatamamışlardı. Ne İmparatoru öldürmeyi becerebilmişlerdi ne de ahmak tapınakçılar, Kayı Beyini öldürmeyi becerebilmişti.

Fakat bu kam, kendisine oldukça ilginç bir teklif yapmıştı. İkisinin de usta olduğu ortak ilgi alanıyla ilgili birkaç bilgi takası önermiş, ayrıca var olduğundan dahi bihaber olduğu bir varlık hakkında bilgi edinmişti. Bunu oldukça ilgi çekici bulmuştu. Çünkü bu cücenin deyişine göre başarısızlık sebeplerinin ardında muhakkak bu bahsettiği ve adına 'Yek' ya da 'Aldacı' dediği kişi vardı. Haçlıların iki devlet arasında savaş çıkartmada başarılı olmaları Moğolların da işine geliyordu. Bu yüzden Kara Kam, desteğini sunmuştu.

Dağların ardından gelen soğuk rüzgarla karışık karartılar hızla yanlarına vardığında; esinti, ateşi söndürüverdi. Zaten kendilerini ısıtmakta yetersiz kaldığı için sönmesi ya da harlı alevin coşması pek bir fark yaratmıyordu. Yine de Kara Kam ve Psellos, durumdan rahatsızlık duymuş; suçlarcasına birbirlerine bakışlar atmaya başlamıştı.

"Çok etkileyiciydi." dedi, Psellos. Sesi her zamanki gibi soğuktu. "Bunca yolu başarısızlık için mi geldim?"

Kara Kam dişlerini sıkarak birkaç adımda, boyundan beklenemeyecek hızda, adamın dibine vardı. "Bu işi tek başıma yapmadığımı hatırlatırım, Bizanslı." dedi. "Kulağıma oldukça güçlü bir büyücü olduğun söylentileri ulaştığı için onca yolu seninle anlaşma yapmaya geldim."

"Yani?" dedi, Doğu Biraderlerin Üstadı. Kibirli bakışlarıyla kam'a tepeden bakıyordu. "Beni mi suçlarsın?"

"Sadece benim ruhlarım mı oymağa vardı? Senle gücümüzü birleştirmedik mi?"

Psellos, cücenin haklı olduğunu biliyordu. Kapısına gelip, neden kendisi ile işbirliği yapmayı istediğini anlattığında güçlerini birleştirip, gücünün yetmediği birini yenmekten bahsediyordu. Her şey o; insan mı hayvan mı, belli olmayan garip canlı içindi. Ona duyduğu nefreti sesinin tınısından anlamak mümkündü.

Aslında Psellos, Aldacı dediği bu kişiyle tanışmayı çok istiyordu. Kam'ı hem korkutuyor hem de yok etmek için varını yoğunu ortaya koyuyordu. Öldürülmesi zor olduğunu ve bunca yıl ölü sandığı kişinin kanlı canlı ortada gezdiğini söylemişti. Hikayesini anlatınca Aldacı'ya karşı merakı artmıştı. Asıl isminin Gökbörü olduğunu demişti. Boz yeleli kurt. Bir süredir kulağına belli belirsiz 'Lupa' denilen birinin adı sanı çalınıyordu. Lakin avamlar arasında efsane üretmek yaygın olduğundan, çok üstünde durmamıştı. Ta ki kam, gelip ona bu kişiden bahsedene kadar.

Gerçekten de ölümsüz olabilir miydi? Kam'ın söylediklerinden yola çıkacak olursa bir ölüm meleği ile karşı karşıyaydı. Durum buysa onları düşman bellemek akıllıca değildi. Ölümü kim öldürebilmiş ki bu kam öldürecekti? Fakat yine de teklifi kabul etmekte beis görmemişti. Zira insan ya da ölüm meleği yahut kurt tanrıça olsun, kendisine ve temsil ettiği şeylere düşmandı ve yok etmek istiyordu. O zaman ölümcül darbe düşmandan gelmeden önce, kendisi ölümcül darbeyi indirmeliydi.

"Benim dostlarımda sorun yok." dedi, Psellos. "Daímones kadim varlıklardır. Yeryüzüne insanla birlikte indiler. Senin ruhların onu yenemeyebilir ama düşmüş melekler, ölüm meleğini alt edecektir!"

Üstat derin bir nefes aldı. Belki de büyü ayinine yeterince odaklanamamıştı? Aksi halde tek bir kişinin, bu kadar büyük bir saldırıyı bertaraf etmesi mümkün değildi.

Kara Kam bir şey söylemedi. Onun ilgisi şu an başka bir yerdeydi. Ruhlar, kulağına fısıldıyor; fısıldadıkça da çizgi gibi görünen dudakları genişliyordu.

Psellos tam da bu sebeple bu adamla birlikteydi. Kendisi bir Daímonas ile bağ kurmasına kuruyordu ama nasıl oluyorsa bu barbarlar, onlarla konuşuyor hatta kendilerini hazırlarlar ise görebiliyorlardı. Bu bilgiye Psellos da vakıf olmalıydı. Elbette bunun için en önce bu cücenin, amacında başarılı olmasına yardım etmesi gerekiyordu.

Ruhlar, Kara Kam'a bilgi verdikten sonra bu alemden kendi alemlerine geçtiler. Kam birkaç dakika öncesine kıyasla daha rahat, sakin hatta keyifliydi.

Psellos kaşlarını soru sorarcasına kaldırdı. "Yoksa başarmışlar mı? Ezeli düşmanından kurtuldun mu?"

"Hayır."

"Hayır? O zaman niye keyiflisin?"

"Onu yok edemedim ama kimliğini öğrendim. Nicedir bir maske ardından bizlere bakardı." Kara Kam gülümseyerek Psellos'a döndü. "Nicedir bir er aradık... Artık bir kadın arıyacağız."

"Kadın mı?"

Kam başını salladı. "Aldacı bir kadındır."

"Ah..." dedi, Psellos. O zaman avamların söylentisi doğruydu. "Bir erkek olmasından daha kötüdür." Kam'ın ters bakışını fark edince başını dikleştirdi. "Ne bir ölüm meleğidir, ne de bir insan... Lupa, kurt tanrıça. Bir tanrıçayla mı savaşacağız?"

-Daímones, Yunanca 'iblisler' demektir. Tekili daímonas. Hristiyanlık inancında, iblis, cin ve şeytan olarak tabir ettiğimiz şeyler; düşmüş, kötücül melekler olarak kabul edilir. İslam inancında ise meleklerin günah işleme kabiliyeti olmadığından böyle bir kavram söz konusu olamaz. Kur'an'da bahsi geçen İblis, cin soyundan gelen nefsi olan bir varlıktır, melek değil.

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin