9. Bölüm 'Konya'

787 102 25
                                    

Selamünaleyküm,

Son bölüm üstüne birkaç gün geçti ve  ben ancak yeni bölüm hazırladım. İnşallah beğenirsiniz. :)

DİPÇE: Ezgimizi dinlemeyi unutmayın. :) (Aşağıda Gökbörü'nün atı ve Saadettin Köpeğin resmi var.)

__________

Gökbörü, Konya'nın sokaklarında atını sürerken hiç acele etmiyordu. Sürekli hareket halinde olduğu için bir yerde çok uzun süre kalamıyor, haliyle çevrenin tadını çıkartma imkanı bulamıyordu. Bu yüzden şehirlerin içinde ilerlerken atına yavaş adımlarla yürümesini söylüyordu. Yani, gerçekten söylüyordu. İlginçtir ki atı da onun söylediğini anlıyordu. Bozkurtlar kadar atlara da söz geçirebildiğini düşünse de aslında bu durum sadece kendi atı için geçerliydi. Her Türk savaşçısı gibi o da kendi atını daha çocukken almıştı. O zamanlar Boz da bir taydı. Birlikte büyümüş, birlikte eğitim görmüşlerdi. Hal böyle olunca Boz da Gökbörü'nün minik bir hareketinden veyahut çıkardığı sesten ne demek istediğini anlar hale gelmişti. Zaten böyle bir bağ, savaşçı ve atı arasında olmazsa olmazdı.

Pazar yerini geçerken alışveriş yapan insanların da gözü Gökbörü'de idi. Daha doğrusu herkes atına bakıyordu. Bilhassa atlara ilgi duyan yahut at yetiştiriciliği yapanlar... Zira atı, oldukça özel bir Türk atıydı. Kırgız Türklerinin Manas Destanlarına ve Korkut Dede Destanlarına kadar konu olmuş asil ve safkan bir at türüne mensuptu. Şu sıralar ağırlıkta Teke Türkmenleri tarafından yetiştirildiği için bu isimle anılmaya başlamıştı. Sultanlara layık olan bu atlara herkes sahip olamazdı. Zaten en cahil göz bile, görür görmez bu atların diğerlerinden farklı olduğunu anlardı.

Boz, parlak kahverengi tüylere sahipti. Bilhassa güneş vurduğunda, tüyleri altınımsı bir şekilde parlıyordu. Uzun ince bir boynu ve uzun bir sırtı vardı. Aynı şekilde bacakları da uzundu. Boz'un kuyrukları, bacakları ve yelesi siyahtı. Gökbörü'nün de saçları kahverengiydi ve sürekli siyah giyinirdi. Bu yönde Boz ile çok uyumlu olduklarına inanıyordu.

Elbette sürücüsü de atı kadar olmasa da ilgi çekiyordu. Herkes siyahlara bürünmüş, yüzünü göremedikleri gizemli şahsı merak etmişti. Aralarından bir iki kişi ise düşüncelere dalmış, daha önce bu atı ve sürücüsünü görmüş olabileceğini düşünüyordu. Çok da yabancı gelmemişti. Atlı yanlarından geçip giderken onlar hala hatırlamaya çalışmakla uğraşıyordu.

 Gökbörü, Selçuklu Sarayına vardığında karşısına 20 metrelik bir tepe çıkmıştı

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

Gökbörü, Selçuklu Sarayına vardığında karşısına 20 metrelik bir tepe çıkmıştı. Buraya Alaaddin Tepesi de deniyordu. Üzerinde Alaaddin Camisi ve saray vardı. Yani Anadolu Selçuklu Devletinin merkezi yönetimi. Oldukça büyük olan saray, Selçukluluk kendine has mimarisini ihtişamla sergiliyordu. Özünde Gazneli ve Karahanlı mimarisini Anadolu'nun bölgesel mimarisiyle kaynaştırmışlardı. Binaların köşeli olması, kalın, yüksek ve kesme taştan duvarlar; kapılar ve duvarlar üzerine yapılan işlemeler, Selçuklu mimarisinin başat ayırıcı özelliklerindendi. Gökbörü bilhassa işlemelere hayrandı. Devletin simgesi olan çift başlı kartal olmak üzere sekiz köşeli yıldız, çiçek ve kuş süslemeleri sık sık kullanılıyordu. Hatta bazı sütun işlemeleri vardı ki karşısına geçip hayran hayran saatlerce izleyebilirdi. Payitaht olması dolayısıyla bir çok Selçuklu mimarisini görme imkanı bulmasından dolayı Konya'ya gelmeyi seviyordu. Ne de olsa başkente her daim ayrı bir özen gösterilirdi.

Gökbörü ve Ertuğrul GaziHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin