Bölüm 6

3.4K 88 10
                                    

Kasaba, ayrı bir evrendeymiş gibi sakin....Büyülü bir ülke misali sanki ulaşılmazlık hevesinde. Yaşam sürüyor. İnsanlar seviyor, ayrılıyor, yaşıyor, ölüyor, yeniden doğuyor. Bozulmayan tek şey sükunet. Topraklar ekiliyor, hasat kaldırılıyor, düğünler yapılıyor, kökleri daha da güçlendirmek  için devamlı bir uğraş....

         Dünyada hızla dengeler değişiyor, sanki iki kocaman kutup oluşuyordu. Büyük bütün bölünmüş, yerine birbirinden çok ayrı iki yarım yerküre çıkmıştı. Hayata bakışları, yaşamları,düşünceleri, beklentileri tamamen farklı iki yarım....Tüm bunlar olup biterken o mütevazı kasaba da bilmeden kendi acısına hazırlanıyordu. 

          Kemal, olayların az da olsa yolunda giden devranının verdiği  rahatlıkla, işleri bitince kahveye uğradı. Büyük ağaçların gölgelediği masalardan en diptekine doğru ilerledi, tahta iskemleye oturdu. Aklı, olanlara ermiyordu ama, kasabada okumuş insanlar da vardı. Onların olan biteni takip ettiğinin  farkındaydı. Zaman zaman gelip dinlerdi anlatılanları. Ama bugün nedense kimseyi göremedi. Normal zamanlardan farklı bir sessizlik vardı. Kahve sahibi Hüsmen bile yoktu ortalarda. Tek gördüğü, çay getiren cılız, solgun yüzlü çıraktı. Bir şey bildiğinden umutsuz olsa da sordu:

'Ustan nerede?''

Çocuk:

''-Haberin yok herhal olanlardan? Atıf Bey'i Bulgar komitacılar evinden alıp götürmüş. Kimse ne olduğunu bilmiyor. Herkes bir şey öğrenme derdinde. Ustam da çıktı.''

Demek, kötü eller yine kapılarını çalmıştı. Bu ilk değildi. Okumuş kısmını birer birer alıp götürüyorlardı. Ne oldukları belli değil. Sıkıntı hazırdı zaten, tek eksik yüreğine çöreklenmekti, o da oldu. Çayından yudum bile almadan kalktı yerinden. Tatsız  tuzsuz evine yollandı.

Ağır ağır ilerlerken çocukluğunu, gençliğini geçirdi aklından. Güzel günlerdi onlar, güzelliğini sonradan anladığı saadet dolu günler. Karşıya geçti, sola dönünce eve ulaştı. Bahçeye girdi. Serinlesin  diye avlu yeni yıkanmıştı. Masa ütüne bir muşamba serilmiş. Akşam yemeğine hazırlık. İçeri girecek hali yoktu. Oracığa oturuverdi. Bir süre evdekiler geldiğini fark etmedi. Ilık akşam renklerinde kendi kendine oturdu, düşündü. Biraz ferahlık getiren rüzgarı yüzünde hissetti. Doluya koydu almadı, boşa koydu dolmadı. Tek kendi olsa sorun değildi, nerede olsa yaşar giderdi. Aile sorumluluğu bambaşka.

      Gülsüm tulumbaya doğru yürürken gördü Kemal'i:

''-Hoş geldin bey! Neden seslenmedin? Şimdi gördüm seni.''

''-Bu akşam da böyle olsun.''

Hep kapıda karşılardı Gülsüm eşini, şimdiyse tuhaf geldi böyle olması ama, az çok tahmin etti. Yine bir şey olmuş, Kemal sıkkın.Üzerine gitmedi, nasıl olsa anlatırdı kendine. Sık boğaz etmedi onu. Neler, ne sıkıntılar yaşamışlardı beraber. Sağlık olsun, bunu da atlatırlardı. Sakin, saygılı yaklaştı:

''-Aç mısın? Hazır edeyim mi yemeği?''

''-Biraz daha duralım, canım istemiyor henüz.''

  Nesrin göründü kapıda, yıllarca görmemiş gibi koştu, babasına sarıldı.

Kemal:

''-Dur! Şuna bak sanki beni yeni gördü!'' dedi ve güldü. Biraz durakladı:

''-Siz olmasanız, galiba şu yüzüm hiç gülmeyecek. Neyse, hadi bakalım, getirin yemeği, gerisini sonra düşünürüz.

Gülsüm ve Nesrin mutfağa gittiler. Reyhan iyileşiyordu ama, hala ayağa kalkacak kuvveti yoktu. Ona ayrı hazırlanıyordu yemek. Kemal, Reyhanımı bir göreyim diye içeri girdi. Kızı aynı yerde, yatağında, solgun yüzüyle duruyordu.yaklaştı:

SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin