Hayat süremiz durmaksızın akmaya devam eder. Her gün ise şu dünyadaki zamanımızın azalmasıdır. İşte bu oyalanmanın içinde birbirine eklenmişlikler yaşanmaya devam eder ki bazılarının mantığını asla bulamayız. Olması gereken bu, diye geçiştiririz,yani avutmaya devam ederiz kendimizi. Kimilerini çabucak def ederiz aklımızdan, kimilerini de asla unutamayız. Unutamamak, aslında zamanın en önemli görevini yapmamasıdır. Her şeyin ilacı diye tabir edilen zamanın tembelleşmiş hali....Güne uymak zorunda kalarak, hep geçmişin bir ince tarafında yaşamaktır, bu...İnsanların bir kısmının laneti olur. Ömür boyu süren bir kara büyü kesilir süreç. Ara ara mutluyum diye düşünülse de ta derinlerde daima kendini hissettiren o iç acımasının hiç dinmediği anlaşılır da koyu bir umutsuzluğa düşülür...Ve kabullenmekten başka çıkar yol bulunmaz. Kader denir, bir ömür kendi ile beraber taşır durur insan. Bazen kendinden de ağır gelir, sürüyüp gider, yaşam ayağını...
Dünyanın en güçlü, zeki varlığı kesilse de insan, bu iç çatışmasında sakat ve çaresiz kalır. Dıştan sert bir kabuk, içten zavallı, sevgiye muhtaç. İçini hiç gün yüzüne çıkarmaz. Korkar, zayıf görünmekten ya da kusurlu bulunmaktan. Karşıdan çok güçlü, yaşama hakim görünenlerin bazılarının iç azabı böyle bir şeydir. Anlatmaya kalksa nasıl olacağını bilmez, kim anlayabilir onu hiç kestiremez.Kısa süreli huzurları ile bu anlatılamayanı, ölene dek yaşar durur. Bu sebepledir ki bir ayan beyan görünen bir de asla belli edilmeyen, çifte yaşamlar vardır....Sakat ayak ile sek sek oynamaya çalışmaya benzer...
Reyhan, oturduğu yerden şöyle bir bakındı çevresine. Yeni evlerinde altıncı yıllarıydı. Sali,geniş bahçeyi gül fidanlarıyla, meyve ağaçlarıyla donatmıştı. Büyük zerdali ağacının gölgesi altındaydı. Geldiklerinde zaten var olan bu ağaç, nedense gözdesiydi. Görkemli hali ile huzur verir gibiydi. Eğilip yanı başında duran tomurcuğa okşar gibi dokundu. Ne yana baksa, kocasının kendisine duyduğu sevginin izlerini görüyordu. En ufak şeyde bile kendi düşüncesini sormuştu genç adam. Yaşadığı sevgiyi belli ki gönül birliği içinde sürdürmek istiyordu. Genç kadın bundan oldukça memnun. Zor ve karmaşık duyguların en büyük tesellisi olmuştu, eşinin sevecen halleri. Kendi kendine gülümsedi. Kartpostallardaki masal kulübelerini andıran, minicik, şirin evine baktı sonra. Kısa süreli huzur peyda oldu, yüreğinde yeniden....Eli ile karnını okşadı....Yeniden gebeydi. Yuvalarına gelecek yeni bir ışık....Sevimli bir kız çocuğu vardı gönlünde .Çıtır pıtır, şirin, tatlı mı tatlı....İlk göz ağrısı Ali,b üyümüştü. Okula da gidiyordu...Ağabey olacaktı artık!....Doğum yakındı.Çalıştığı fabrikadan izin almıştı. Sayılı günler içinde sabırsızdı....Keşke, anam ile babam da görselerdi, diye geçirdi içinden....Ve bu düşüncenin devamında, yüzü gölgelendi....
Buraya taşındıklarının ikinci yılında kayınvalidesi Ayşe ile kayınpederi kısa aralıklarla ayrılmışlardı bu dünyadan. Hiç alışamamışlardı bu yeni yaşama. Son nefeslerine dek küçük kasabalarını hasretle sayıklamışlardı. Reyhan, bir süre okuduğu duaların ardından:
''-Nur içinde yatın! Ne iyi insanlardınız. Allah rahmet eylesin!...''dedi kendi kendine ve onları ne kadar çok özlediğini yeniden duydu kalbinde...Kendi anası ile babası ise hiç gelemedi Türkiye'ye. Çıkış yasaklanmıştı. Yıllardır ana,baba,kardeş hasreti çekiyordu. En kötüsü de artık hiç umudu kalmamıştı, onları bir daha göreceğinden yana. Geçen on yıla dönüp baktığında gördü ki bir biri ardına pek çok özlem büyütmüştü gönlünde. Cemal ile başlamış, art arda gelmiş nice hasret....Cemal yine milat oldu, döndü geçmişe. Çok derinlere ittiği sızı yine çıktı ortaya. Gözleri tam karşısındaki limon fidanının yeşil yapraklarına daldı kaldı. Çok geriye gitti aklı ve yüreği....On dört yaş umarsızlığının heyecanlı günlerine dönüverdi. Kasabalarını, Cemal'i, gizli buluşmalarını, kısa cümlelere sığdırılan aşklarını düşündü de yüzü al al oldu. Sonra kırmızılık soldu, beti benzi attı. Ayrılmalarını hatırladı, çektiği üzüntüleri hatırladı....Onca sıkıntıya ve geçen yıllara rağmen değişen hiçbir şey olmamıştı yüreğinde. Cemal hala aynı, sevgisi hala aynı....Göğsünün tam orta yerinde bir sızı, devamında ise iç yangınını duydu yeniden...Bu acının hiç geçmeyeceğini çok iyi bellemişti artık. Boyun eğmişti ilahi yazgıya...Yapabildiği tek şey, hayat gailesi ile oyalanıp, mümkün olduğu kadar gerilere atmaktı o illeti....Bunu, çoğu zaman gayet iyi beceriyordu....Nöbet anları, adını verdiği zamanlarda ise bunu yapması imkansıza dönüyordu. Tüm duyguları bedeninden taşıyordu, bu nöbet tutunca. İlahi bir güç,kendini alıp, on yıl evveline atıyordu. Her bir acıyı tekrar tekrar, yeniden hissediyordu, tüm varlığında. Onu,bu asabi nöbetten çekip kurtaran Sali ve Ali oluyordu .Son aylarda da karnındaki bebesi....
Sali, resmi bir dairede işe girmişti.Çalışkanlığı ve dürüstlüğü ile iyi bir yer edinmişti. Kazancı yerindeydi. Gerçi çok büyük paralar almıyordu ama, idareyi biliyorlardı karısı ile. Reyhan'ı ilk başvurdukları fabrikaya işe almışlardı. Günleri çalışmak ve eve gelip tekrar çalışmak ile geçiyordu....Ama, kendilerince hissettikleri bir mutluluk vardı gönüllerinde. Düğün akşamı farkına vardığı üzere, hiç incitmemiştiler birbirlerini. Yüreğinin kara noktası, hala Cemal dese de Reyhan, her an Sali'ye saygısını ve sevgisini bol bol göstermişti.G ünlük deyişle yaşayıp ya da yuvarlanıp gidiyorlardı. Kendi yağları ile kavruluyorlardı...
Genç kadın, ayağa kalkmak üzereyken, bahçe kapısının sesi ile durakladı. Dönüp bakınca,ne edeceğini bilemedi bir an, dondu kaldı. Ali,karşısında duruyordu .Elinde tuttuğu okul çantasının sadece bir parçasıydı. Dağılıp gitmiş kalanı. Üstünde kıyafet namına bir tek iç donu kalmış. Yüzü gözü çamur ve çizik içinde. Reyhan:
''-Ne oldu sana?!!!''diye çığlık atar gibi bağırdı.
Ali:
''-Beni çok kızdırdılar! Ben de kavga ettim!''dedi kısa ve öz.
''-Elbiselerin nerede oğlum?''
Ali, burada biraz hatalı olduğunu kabul eder gibi, sesini düşürerek:
''-Çok kızdım, ne yapayım?! Hepsini çıkarıp attım!''cevabını verdi.
Reyhan, lal oldu kaldı. Ne yapsın, ne etsin bilemedi. Bir süre sonunda toparlandı:
''-Çabuk git! Elbiselerini al, gel! Çabuk! Yoksa elimde kalacaksın!''
Çocuk:
''-Gitmem ben! Böyle çıplak sokağa çıkamam!''
''-Oğlum! Çıplak geldin ya!''derken Reyhan, kendini zor tutuyordu. Ali ise hiç oralı değil. Tuttuğu okul çantasının bir parçasını yere attı. Bahçedeki çeşmeye gidip, çamurlarını yıkayıp, temizlemeye başladı.Reyhan:
''-Öldürecek bu çocuk beni!''diye söylene söylene sokağa çıktı. İlerideki meydana vardı. Okul çıkışı çocuklar, burada oynamayı severdi. Tahmininde yanılmadı. Ali'nin arkadaşları,hala oradaydı .İçlerinden biri,koşarak, çamura bulanmış okul kıyafetini Reyhan'a uzattı ve:
''-Ali ile oynamak çok eğlenceli! Sinirlendirdiğimizde çok değişik şeyler yapıyor. Çok eğleniyoruz!''dedi ve başına gelebileceği anlamış gibi koşarak uzaklaştı. Reyhan, dilinin ucuna kadar gelen lafları yutmak zorunda kaldı. Çünkü, çocukların hepsi, onu görünce savuşup gitmişti. Çaresiz eve dönerken, Ali'nin okul çantasının geri kalan parçalarını gördü uzaktan. Öfkesi kabardı önce. Çocuğun çamurlu, yara bere içindeki yüzü gözünde canlanınca kendi kendine gülmeye başladı. Bu çocuk, bir alem!...Genç kadın, ansızın gelen o iç nöbetini yine bir süreliğine derinlerine gömmüş oldu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)
Romanceİdealize edilmiş bir aşk değildi..Bir zamanlar gerçekten yaşamış ama,bugünde olmayan insanlar...Aşkın da cinselliğin de şansızlığın da en güçlü ve en saf hali....Kalp aşka bağlı kalsa da ten ve arzu hükmünü sürdürmüş.Belki vücut ihtirasın elinde tat...