O gece kadının dört mevsimi oldu. Hiç bitmesin de dedi, geçse de kurtulsam diye düşündüğü de oldu. Minik evde onun dışında herkes uykuya teslimdi. Zifiri karanlıkta gönlünü durdurmak kaldı kendine. Yatağında yan dönmüş, gözü pencerede, kulağı en ufak bir çıtırtıda kaldı...Sorgucuların gelmesini bekleyen bir mahkuma döndü. Oysa suçlu da kendiydi, sorgulayan da...Yaşamının en uzun gecesi...Kişinin kendi ile mücadelesi zorlu...
Kıpırdamaktan bile çekindi. Tekrar ikiye bölünmüştü. Bir yanda ailesine karşı görevini doğru yapmak isteyen bir kadın, diğer yanda on dört yaş sevdasını hala delice yaşayan, yeni yetme bir genç kız....Kadın bastırsa da kız deli olmuş, yerinde durmaz...Aklı fikri koşup onu görmede...Bir aşk rüzgarına kapılmış ki minik kasabasının dere kenarında eser durur...Her şeyin çok kolay ve güzel geldiği zamanların içinde bir fırtına olmuş kasıp kavurmakta yüreğini...Bir çılgın yürek ki bıraksa her şeyi yapacak...Ama kadın frenliyor onu...''Dur bakalım! Sen ne yapıyorsun! Aklını başına al! Artık ne kasabandasın ne de on dört yaşındasın! Otur yerine de beni tehlikelere atma!..''Kız ısrarlı ve istekli...Derdi ona kavuşmak...Gizli gizli buluştuklarındaki gibi, ona sarılmak, sıcağını bedeninde duymak, alev kesilen dudakları yeniden tanımak, seveni ve sevileni yeniden keşfetmek...Tüm dikkatine rağmen kadın huzursuzlandı. Önce bir yanına döndü, rahat edemedi; sonra diğer tarafa çevirdi bedenini, yine olmadı...Uyku ve rahat çekip gitmişti bu gece...Bu yabancısı olduğu bir hal değildi. Hayatı bu şekilde geçiyordu ama hiç bu kadar zorlandığını hissetmemişti...
İçinin yandığını, dudaklarının kuruduğunu fark etti. Usulca doğruldu, ayaklarını yere doğru sallandırdı ve kalktı. Dönüp baktı eşine. Sali uzun ve sakin nefesler içinde uyumakta. Mutfağa gitti. Kocaman bir bardak su içti...Baktı hala sıkıntılı, pencereye yaklaştı, hafif bir esinti yüzünü okşadı. Bu iyi gelmişti biraz...Yatağına dönmek istemedi. Kapıyı sessizce açıp biraz bahçeye çıkmak geldi içinden. Ne kadar uğraştıysa da kapının inceden gıcırtısını susturamadı..Tedirgin oldu, bekledi yerinde sessizce...Evde çıt yoktu, rahatladı tekrardan. Hemen kapının önündeki masanın ufak iskemlesine oturdu ve geceyi dinledi...Yaprakların hışırtısı, böcek vızıldamaları geldi kulağına...Serin bir rüzgar kendine arkadaş oldu, ferahlığı duydu...Ne kadar kendi ile kaldı bilinmez, kulağına değişik bir ses geldi. Sanki ağır bir gövdenin ezdiği dalların kırılması gibi...Korktu bir an...Sonra içindeki kız konuştu:
''-Geldi!!! Geldi işte!!! Bırak beni ne olursun gideyim! Göreyim onu, hasretim dinsin! Bırak beni!''
Kadın cevap vermedi, kaskatı durdu yerinde. Dikkat kesildi. Bu değişik ses bir iki defa daha duyuldu...Sonra belli belirsiz bir sesleniş işitildi:
''-Reyhan....Reyhan....''
Kız artık zincirlerini koparmak için çırpınan öte dünya canavarına döndü. Hırçın, istekli, güçlü:
''-Bırak beni! Onu göreyim! Hakkım bu! Çekil önümden! Onu seviyorum! Hakkım bu! Duyuyor musun hakkım!''
Kadın yüreğinin en zorlu savaşını vermekte...Üzerinde tüm dünyanın ağırlığını taşımakta...Bir yanı kıza hak verirken diğer yanı ayağına pranga olmuş, onu tutmakta...Israrla güçlü ve dik durmaya çalıştı kadın...O deli kıza uymanın yeni bir felaket olacağının bilincinde. Bedeni bir hücreye döndü. İçindeki çılgın asla oradan çıkmamalıydı...Çocuklarını getirdi gözünün önüne, sonra da Sali'yi düşündü....Hani karşısına oturup da birden içten ettiği duayı hatırladı:
''-Allahım! Ne olur önce benim canımı al! Ben onsuz yaşayamam!''demişti eşi....Şimdi bunca şeyi unutup bir akl-ı evvele uyması aptallıktan başka bir şey olmazdı. Direndi kadın....
''-Reyhan...Reyhan...'' diyen ses ısrarlı ama kadın kararlı...Bir an düşündü, yanına gitse neler yaşanabilirdi? İki fikirsiz beden mutlaka bir birini isterdi. Konuşurken, bakarken, kesinlikle akacaklardı birbirlerine önüne geçilmez bir sel gibi...Elleri birleşirdi evvela istemese de...Sonra....Kadın birden silkindi yerinde, kendine kızdı, sanki bunları yapmış da bir günah işlemiş gibi:
''-Sen ne yaptın?!! Bu ihanetin ta kendisi! Sonra ne olacak?! Çocuklarının, eşinin yüzüne nasıl bakacaksın?! Hangi yüzle duracaksın bu evde!? Senin gibi ana olmaz olsun! Senin gibi eş hiç olmasın!''diye kendine en ağır sözleri sıraladı da yetmedi ve sordu yine yüreğine:
''-Sali aynısını yapsa ne ederdin?!!''
Başını iki elinin arasına aldı, ısrarla yüreğine gelen sesi duymadı...Ama kız rahat durmuyordu işte!..Haince fısıldadı aklına:
''-Tamam! Gitme yanına! Ama uzaktan da olsa bir göreyim! Hadi! Bundan bir şey olmaz! Hadiiii!!..''
Kadın bir an kararsız bekledi. Sonra usulca kalktı, arka bahçeye sessiz ve yavaş adımlarla vardı...Karanlıkta çitin orada bekleyen karaltıyı seçmeye çalıştı...Daha dikkatli baktı...Kesinlikle Cemal'di...Uzun boyundan, duruşundan tanımamak imkansız...Kalbindeki kız, o an delice sevindi, kıpır kıpır oldu...Adam hem etrafı kolaçan ediyordu hem de sabırsızca ileri geri yürüyordu...Biri bitmeden diğerini yaktığı sigarasının ateşinde az çok belli etmekte kendini....Reyhan evin duvarını siper almış beklemekte...Çok iyi biliyordu ki bu kadarını da yapmasa, içindeki azap canını daha çok acıtacaktı...On dört yaşı rahat durmadı, fısıldadı:
''-Hadi yanına gidelim! Ne olur!...''
Kadın diklendi:
''-Dur orada! Bundan ötesi yok!..''
Kız anladı olduramayacağını. Gözlerle, bakışlarla giderdi isteğini...Kadın yorgunluğu duydu gönlünde. Sırtını duvara yasladı ve soluklandı bir ara..Duyduğu ses ile tekrar gözlemeye başladı Cemal'i...Adam sonunda gelmeyeceğini anlamıştı. Yere doğru eğildi bir şey arar gibi...Sonra kocaman bir taşı kaldırdığını gördü kadın. Adam ceplerini yokladı ve ne olduğu belli olmayan bir şeyi o taşın altına bıraktı...Reyhan ise anlamıştı sonunda bunun ne olduğunu...Gizliden bırakılan bir mektup ya da bir kağıt parçası....İçi yine kuşa döndü, sevinç kanat çırpmaya başladı.. Adamın uzaklaştığını gördü...Anlaşılan ümidini kesmişti...Kendi de usul usul geriye döndü...Yine o minik masanın ufak sandalyesine çöktü...
Sevinç ve hüzün kesildi her yanı...Ölene dek saklayacağı, ondan gelen bir mektubu olmuştu artık. Canı istediğinde tekrar tekrar okurdu. Cemal'den kendisine bir yadigar...Acaba neler yazmıştı? Ağzı iyi laf ederdi, emindi ki güzel sözcüklerle donatmıştı mektubu...Ve ardından gelen hüzün ile yürek sancısı oldu...
Yıllarca son bir kere görmeyi dilemişti ve dileği kabul görmüştü...Ama....Ama hiç düşündüğü gibi olmadı...Ne uzun uzun gözlerine bakabildi ne de yıllardır içinde biriktirdiği sayısız sözcükten birini edebildi...Hep yaşadığı gibi, eksik, beklenmedik kaldı...Yarım kaldı....İçindeki on dört yaş kızının boynu bükük, yüreği yanık kaldı...Ve yine bildi ki kavuşmak kendilerine uygun görülmemişti...İki garip, iki düş gezgini, iki naçar, iki yalnız yine ayrı ayrı yaşamaya mahkum edildi...Dünyada çoğu kişi kavuşurken bu iki yürek yorgunu, sevgilerinin çölünde bir başlarına dolanmaya devam ettiler....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)
Romansaİdealize edilmiş bir aşk değildi..Bir zamanlar gerçekten yaşamış ama,bugünde olmayan insanlar...Aşkın da cinselliğin de şansızlığın da en güçlü ve en saf hali....Kalp aşka bağlı kalsa da ten ve arzu hükmünü sürdürmüş.Belki vücut ihtirasın elinde tat...