Bölüm 11

3K 93 11
                                    

    Bir gece ansızın köye giren Moskof  tankları, kasabada korku uyandırmıştı. İnsanlar neye uğradıklarını bilememişlerdi. Komitacılar da Rus askeriyle beraber.  Askerler:

''-Evinize girin!'' diye bağırıyorlardı. Kasaba ilk defa duyduğu bu dili anlamıyordu. Ancak komitacılar kendi anladıkları biçimde söyleyince, dehşet içinde evlerine çekildiler. Çığlık atanlar, ne yapacağını bilmez halde şaşkın bakakalanlar....Daha önce hiç görmedikleri büyüklükte tanklar, kocaman canavarlar gibi ortalığı inleterek dar sokaklarda ilerlemeye çalışıyordu....Mahşer günü gelmişti sankim .Askerler ve tanklar ağır ağır kasabanın diğer ucuna doğru ilerledi. Atıf Efendi'nin dedikleri çıkmıştı. Almanya'nın yanında Savaşa giren Bulgaristan, yenilen taraftaydı şimdi.

       Asker kasabada durmadı, ilerledi, kasaba çıkışına yakın bir yerde toplandı ve beklemeye başladı. Halka ilişmediler. Tek ve en büyük avuntu bu oldu. Burada beklemeyi seçseler de elbette kendilerinin bilmediği bir  şeyler olacaktı .Korku yavaş yavaş yerini merak ve endişeye bıraktı....

       Birkaç gün içinde kasabadaki bağ, bahçe, bostan, tarla, insan, hayvan, vs. Her biri tek tek sayıldı. Gerekli belgeler düzenlendi. Ve bir hafta sonra, gelişlerinin tersine, sessizce gittiler ama,  hepsi biliyordu ki tekrar geleceklerdi....Ön hazırlığı yapılan, yeni rejimin işaretiydi bunlar. Atıf Efendi, kahvede bu durumu şöyle sonuca bağladı:

''-Tüm topraklar devlete geçecek. Sınıf bilincini geliştirip, ulusal anlayışımızı yok edecekler. Bu nasıl olacak? Öncelikle nüfusu azaltmaya çalışacaklar. Göç yolunu açacaklar bize. Mallarımızı üç  kuruşa, kapatacaklar. Zorla sınıra yığacaklar Türkleri. Kalanlar içinde asimilasyon planı devreye girecek. Tabiiki bu, birkaç günde olacak bir şey değil ama, önümüzdeki bir ya da iki yılda bizi bekleyen, bunlar....''

    Duydukları hiç hoşuna gitmedi kasabalının. Gerçek böyle idi. Bulgaristan'da Türklerin yoğun yaşadığı şehirlerde ulusal duygu güçlü ve keskindi. Bu yeni rejim için bir sıkıntıydı. Bu durumda tek şey göçü zorunlu kılmaktı.

   Göç, aslında yaşamların tamamen başka bir yöne dönmesiydi de kolay değildi. Kökleriyle toprağa sarılmış, asırlık çınarı sökmeye benzer. Zorun da zoru.....Öncelikle Türkiye şart koşmuştu Bulgar'a. Göçmenlerin öncelikle Türk olduğunu ispatlaması gerekiyordu. Türkiye'de akrabası olanlar, bunlar vasıtasıyla hemen gelebilirdi. Aslında bu kriterler, işleri güç kılmak için değildi. Daha önce yaşananların tekrar edilmemesini amaçlıyordu. Balkan Savaş'ı sonrasındaki göçte yaşanmıştı bu eziyet. Bulgarlar, Türk diye ne kadar göçebe, ne olduğu belirsiz, başında atmayı düşündüğü insan varsa, Türk diye sınıra yığmıştı. Tabi bu, hemen anlaşılmış ve sınır kapıları kapanmıştı. Çünkü bu kişilerin gönderilme amacı, dünyada yaşanan bu hassas dönemde

iç huzuru bozmaktı. Ve işte bu yüzden binlerce gerçek Türk, sınırda, çok zor şartlarda uzun süre beklemek zorunda kalmıştı.

       Reyhan ve Sali böyle ne olacağı kestirilemeyen zamanlarda dünya evine girdiler.

                                                                         ****

     Gelin alınıp damat evine gelince yeni bir neşe sardı ortalığı, dönen rivayetlere inat. İkinci düğün kurulmuştu Saligilin bahçesinde. Davul, zurna daima orada. Kadınlar, başta kaynana Ayşe olmak üzere gelini alıp eve geçtiler. Erkekler yine bahçede. Eğlenmeye, oynamaya devam. Hatta sezdirilmeden, özel sayılan konuklara Bulgar rakısı, verildi. Coşku daha da arttı.

     Sali, en güzel yerine oturtulmuş masanın. Yanında çok yakın birkaç arkadaşı. Yine arada kimseye duyurmadan konuşup, damada müşkül anlar yaşatıyorlardı. Heyecanı azalsın diye Sali'ye de rakı getirildi ama, yudumunu ağzına sürmedi. ''Olmaz!''diye geçirdi içinden. Gecenin sonunda gelinin yanına varacak, dua edip iki rekat namaz kılacaktı. Adet böyleydi. Gelinin odası....Sali gene içinde bir sıcaklık yaşadı, heyecandan titredi ama, belli etmedi. Yoksa arkadaşları daha çok alay ederdi kendisiyle....

    Bir tepsi ev baklavasının içeriye götürüldüğünü gördü. Anası yapardı da pek severdi. Yufkasını açar, bol cevizle doldurur içini, mis gibi tereyağ ile, bol şerbeti verdi mi tadından yenmez. Bir an imalı güldü çünkü, biliyordu ki bu baklava gelin hanımın odasına gidiyordu. Bunun yanına şerbet de konulurdu. Adettendi. Gerdek odasında bulunması gerekenler....Yine kulaklarına kadar kızardı, sanki her bir yeri sıcacık oldu.....

      Sali'nin ayakları yerden kesilmişti de  garip Reyhan yeni bir evde boynu bükük, yine bir köşeye oturtulmuştu. Çevresinde bir uğultu....Oynayanlar, türküye eşlik edenler, bağıra çağıra konuşanlar. Velhasıl kendisi dışında herkes çok eğlenmekte. Ayşe, kasıla gerine yanında oturuyordu. Biricik oğlunu mürüvvetini görmüş olmanın getirdiği sevinçle....Birkaç genç kız yine ortada...Çocukları söylemeye gerek yok, onlar hep ortada. Kalabalıkta bir dalgalanma oldu. Yatsı okunuyordu. Kaynana ile bir başka komşu kadın:

''-Haydi gelin kızı odasına alalım!''deyince, Reyhan,ne yapacağını bilmez şaşkın şaşkın baktı, korktu. Kızın koluna girdiler, ağır ağır yürürlerken neşe zirve yaptı. Kadınlar, kızlar bir ağızdan ''-Hayırlar olsun!'' diye bağırdılar. Ardından davetliler, birer ikişer düğün evinden ayrıldılar.

    Reyhan, iki yanında iki kadın, utana sıkıla gelin odasına girdi. Geniş, dört köşe, metal topuzlu yatağa götürülüp, oturtuldu. Komşu kadın, kulağına eğilip fısıldadı. Son tembihlerini etti.''Sakın ha unutmayın! Namazınızı kılın,dua edin!''Sonra yalnız kaldı ve cesaret bulup odayı inceledi. Yatağın yanındaki komidinin üzerinde baklava tepsisini fark etti. Yanında zarif bir sürahide, şerbet. Duvar beyaz badanalı. Değişik nakışlı örtüler, renkli yemeniler tutturulmuş her bir yana. Yatağın örtüsü, kırmızı atlas. Uzun yastıklar vardı. İki ucu kanaviçe işlemeli, uzun yastıklar. Kenarlarından, içlerindeki yine kırmızı renkte saten kumaş  görünüyor. Yatak ile uyumlu. Dalmış gitmişti ki......Sesler duydu.

   Sali'yi gerdek odasına getiren arkadaşlarının gürültüsü. Kimisi rakının verdiği çılgınlıkla nara atıyordu.''Haydi bakalım!Hayırlı olsun damat!'' bağırışı ile kapı küt diye açıldı, sırtına vurulan yumruklar eşliğinde damat, en az gelin kadar mahçup, odanın ortasına itiliverdi. Ahşap kapı kapandığında iki yabancı baş başa kaldılar. Gelin yine gözlerini yere indirmiş, utangaç....Damat, sevgi dolu, ne edeceğini bilmez.....Sali, titrek iki adım attı ve kızın yanına ilişti. Bir süre hiç konuşmadan, öyle kaldılar....

            Yaşamları birleşmişti ama, durum değişik. Adam, sevgi dolu; kız yüreğinde başkası, ruhsuz. Bilinmez ki ne olur? Belki de Gülsüm'ün dediği gibi olurdu:

''-Sanki biz sevdik mi önceden. Büyükler karar verdi, evlendik. Sonra, aşk mı sevgi mi, işte her neyse o  oldu. Mutlu, yuvamızda yaşadık.''

    Sali, acemi hareketlerle ceplerini yokluyordu. Sonunda, ceketinin cebinden çıkardığı, beşi bir yerdeyi kızın boynuna taktı. Titreyen elleri ile gelininin yüzünü açtı. İlk defa, bu kadar yakından bakıyorlardı. Reyhan'da  ürkek bakışlar, delikanlıda ise hayran bakışlar....Eğildi usulca, genç kızın alnına sıcacık bir öpücük konduruverdi Sali.....

         Reyhan, titremeye başladı, bir nöbete kapılmış gibi. Sali önce telaşlandı:

''-Korkma sakın! Seni asla incitmem. Seni, aklının alamayacağı kadar seviyorum. Korkma benden...''

Reyhan şaşkın. Öncesinde acı yüzünü gördüğü sevgi, şimdi başkasında kollarını açmış, şifa olmaya hazırlanıyordu....








SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ  YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin