Gün gelir, insan,yalnızlığının zirvesinden, şöyle bir kendine bakar. Aldığı yol, önceki düşündüğünden daha basit görünür. O güne dek hayat, bazen hiç bitmeyecek kadar uzun görünüp kişiyi ürkütür ya da hiçbir şey yapamayacak kadar kısa gelip korkutur. Bu, ayak bağı olan en büyük yanılsamadır. Peşinden koştuğu şeylerin çoğu anlamsızdır artık. Hatta acır bile, kaybettiği zamana. Görmeyen gözü açılmıştır nihayetinde. İşte o an mutluluğunun kaynağını da keşfeder. Başka bir deyişle, gereksizlerin ayıklanma saati yaşanır ömründe. Aydınlanma anı. Ve anlar ki fazla bir şeye gerek yoktur, mutlu olmak için. Sırtındaki tüm yükleri atar ki bunlar, vaktinde istediğini sanıp aldandığı ıvır zıvırdır. Gereksiz yükünün anlamsızlığında, o tek önemliyi bulur ve hafifler. Yaşam çok karmaşık görünse bile, artık rayına girmiştir.
Olmayı düşündüğü her şeyin hevesi biter gider. Yalın insandır artık. İstekler azaldıkça daha fazla kendi olur, iç rahatlığına ulaşır. Sanki başka bir dünyanın eşiğinden geçer, hatta bunca zaman niye boşuna oyalandım diye hayıflanır. Ve sonra sakin adımlarla, bulduğu gerçekte ilerler. Rutin dünyayı bırakır. O, az ama, en değerlisi ile devam eder. Bu farklı bir aşamadır. Çoğu, bunu anlayamadan, onu da bunu da yapayım veya alayım derken süresini tüketir. Bazı insanlar vardır, sakin, elindeki ile yetinen, fazlası için uğraşmayan insanlar...Diğerleri, onların akılsız, şaşkın olduğunu düşünür sıklıkla. İmkan varken, daha iyiyi bırakmışlara, deli gözüyle dahi bakarlar. Aslında anlayamadıkları, onların içinde bulunduğu apayrı yaşam dairesidir. Hangisi iyi ? Her şeye sahip olmak için uğraşan mı yoksa azda çoğu bulup mutlu olan mı? Bu sorunun yanıtı da her birimize göre farklıdır. Kimi insan çokluğun sıkıntılı fakirliğini, kimi insan da azlığın bereketli zenginliğini yaşar.....
Cemal, bu iki tercihin çelişkisini daha yeni üzerinden atmıştı. Hafiflemişti. Kendini ve ne istediğini anlamıştı. Bu yüzden başına gelen hiçbir şeye aman aman bir tepki vermedi. Sakince kendine bahşedilen yaşamına devam etti. Yüreğinde garip bir huzur ile neyi beklediğinin farkındaydı. Öncesinde, sadece dolu dolu eğlenceli bir hayat demişti. Kimseye takılmadan, sadece kendi için yaşamak hedefiydi. Bu dünyaya bir kere gelinebiliyorsa, başkasının ağırlığını taşımak çok anlamsızdı. Bencildi hem de başkalarına hiç düşünmeden zarar verecek kadar bencildi. Sanki onların da iyiyi yaşama hakları yokmuş gibi....Ve Elif'i tanıdı. Her birimiz bir başkasının sebebi olmak için gönderilmişiz insanlarız, bu dünya denen geçici yere. Cemal'in sebebi Elif, Elif'in sebebi Cemal olmuştu. Cemal bu bağlantıyı, genç kızdan önce anladı....
Cemal, Ramazan'ın son sözlerinden sonra, sessizce kaldığı fakir odasına döndü.Tuhaftır, o sözler canını sıkıp kendini umutsuzluğa düşürmedi. Kabullenişin yanında bir sevinç hissetti. Elif sadece bir kere uzaktan görmüştü. Tek söz etme fırsatı hiç olmamıştı ama, onu o kadar güçlü duyuyordu ki yüreğinde....Bu durum, kesin bir inanç getirmişti genç adama. Elif tarafından sevildiğini çok iyi biliyordu. Neşesinin, umudunun kaynağı, ona tüm kalbiyle inanmasıydı. Biliyordu ki insanlar hiç görüşmeden de yürek birliğine ulaşırdı. İşte bu ruh hali içinde odasının kapısını açtı ve huzurlu içeriye girdi. Fakir, kıt,küçücük bir oda. En büyük ve tek işlevi, başını sokacak, sokakta uyutmayacak bir dam olmasıydı. Fakat, burasını bıraktığı gibi bulmadı. Birkaç eşyası karıştırılmış, çevreye rastgele saçılmıştı. Önce şaşırdı, bu yoklukta ne aramış olabilirlerdi. Bir müddet düşündükten sonra anladı ki Ramazan'ın işi olan bu durumun nedeni, durumu garantiye almaktı. Aranan da Elif'e ait herhangi bir şeydi. Bu, ufacık bir not bile olabilirdi. Cemal kendi kendine güldü. Hiçbir şey yoktu. Genç kız ile Cemal'in yaşadıklarının tümü kalplerinde saklıydı. Ramazan yüreklerini ve beyinlerini kontrol edemezdi ki......Düşünmelerini ve sevmelerini asla engelleyemezdi veya denetleyemezdi.....
Genç adam, yorgun, uykusuz vücudunu, her an dağılacak gibi görünen somyaya bıraktı. Şikayetçi, inleyen yayların gıcırtısını duyunca, Cemal güldü. Sırt üstü uzandı, hareketsiz yattı. Gözlerini tavana dikti. Eskilikten, pislikten rengini tam anlayamadığı, yer yer kabarmış bu çatıya daldı. Kabarmış görünümünün altında tahta parçaları belli oluyordu ve bina eskiliğini asla inkar etmiyordu. Kendisi gibi nice insanlar yaşamıştı burada. Neleri geçip gitmişti. Kendisi gibi aşıklar da mutlaka olmuştur....İki uykusuz günün yorgunluğuna teslim oldu sonunda. Gözlerini kapattı. Aklında sadece Elif.....
*********
Günler asi, günler aykırı. Dur desen dinlemez, geçme desen beklemez, geç desen hiç umursamaz. Birbirine geçer, akıl çeler .Bir dündesin, bir bugünde....Akıl yeter mi olan bitene. Zaman geçer, zaman bekler ama, yaşam beklemez. Bir döngüde, çaresiz kapılır gider. Bir kendinde bir dışında. Kendi de olur, kendine yabancı da....
Genç kadın, uyuyan minik kızına baktı da keşke ben de böyle olsam ,dünyadan habersiz ,diye geçirdi içinden. Tüm kalbi ile onun kendinden çok daha güzel bir yaşam sürmesini diledi. Duygular yine nedensiz hücum etti. Durup dururken gözleri dolu dolu oldu. Onu uyandırmaktan çekinerek,hafifçe saçlarını okşadı. Kendi saçlarına benzeyen, sarıya dönük, açık kumral, dalgalı saçları yastığa yayılmıştı serbestçe. Terleyen yanağına, ince bir tutam yapışmıştı. Reyhan hafif bir hareketle, o tutamı kenara çekti, ağzına girmesin diye. Bir süre,çocuğun sakin sakin alıp verdiği nefesini dinledi. Usulca kalktı yanından. Yapacak iş çoktu, sıraya girmiş bekliyordu. Önce yemeği ateşe koyayım, diye düşündü ve mutfağa yollandı .Akşamdan ıslattığı fasulyeleri, her zaman yaptığı gibi pişmek üzere ocağa koydu, altını kıstı. Yavaş yavaş, tadını vere vere pişmeliydi. Sonra düşündü, epeydir çocuklara özel bir şey yapmamıştı. Bunun üzerine güzel bir tatlı yapmayı aklı etti. Unu,yumurtayı,mayayı,vs. hazır etti. Kıvamını bulan hamurdan, şekil vermek için ilk parçayı kopardığında, geçmiş yine aklına hücum etti.....
Anası öğretmişti ,nasıl yapılacağını. Kruvasana benzer, Bulgarlara özgü,lezzetli bir tatlı. Asırlardır iç içe yaşadıklarından,bir birlerinden alışverişleri olmuştu,her alanda .Aslında,bunu ilk yaptığı güne dönmüştü. Ve ilk olmasına rağmen gayet lezzetliydi. On dört yaş, Cemal......Anasından gizli kaçıvermişti evden. Temiz bir peşkire sardığı tabakta da birkaç tatlı. Soluğu, kooperatifin yakınındaki dere kıyısında almıştı. Sessizce bir ağacın ardında Cemal'i beklemişti. Öğle arasında oradan geçeceğini biliyordu. Kısa bir beklemenin ardından genç adamı gördü, seslendi. Cemal şaşkın ama, onu gördüğüne mutlu, yüksekçe bir çalı yığının ardına oturmuşlardı da dakikalarca birbirlerinin gözlerine dalıp gitmişlerdi. Taaaa, neden sonra, Cemal,tabağı işaret edip, bu ne,diye sorana kadar. Pek beğenmişti tatlıyı. Sıcak günün güzelliğinde her şey harikaydı o vakit. Sonra Cemal, kendine sokulmuş, yanaklarına, dudaklarına öpücükler kondurmuştu. Ve:''-Sen bundan daha tatlısın!....''demişti, tatlıyı göstererek de genç kız çok utanmıştı....Reyhan, aklına gelen bu geçmiş parçasını yeniden tüm canlılığı ile yaşadı, o günkü gibi tatlı tatlı gülümsedi.
''-Anne!....Anne!....''sesi, kadını bir anda bugüne taşıdı. Gülümsemesi dondu, yüzünde.Kızının yanına giderken, keşke o güne dönsem diye geçirdi içinden. Keşke..........Geçmiş, adı üstünde geçip gitse de aslında bazı anlar hiç gitmez, hiç tükenmez.T ekrar tekrar karşımıza çıkıp bizi aldatır arada. Bizimle oynar gibi, alay eder gibi.....Bilmez neler ettiğini. Zaten bir kişi bilir neler yaşadığını, yaşadıklarından neler öğrendiğini......
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)
Romansaİdealize edilmiş bir aşk değildi..Bir zamanlar gerçekten yaşamış ama,bugünde olmayan insanlar...Aşkın da cinselliğin de şansızlığın da en güçlü ve en saf hali....Kalp aşka bağlı kalsa da ten ve arzu hükmünü sürdürmüş.Belki vücut ihtirasın elinde tat...