Sırtında boya sandığı, yorgun adımlarla her zaman yaptığı gibi gecenin ilerleyen saatlerinde, o çok iyi tanıdığı sokağa saptı. Bugün nedense pek tadı yoktu. Yıllardır küçücük omuzlarına yüklenen bu ağırlıkla yaşamak elbet kolay değildi. Kocaman insanların bile zaman zaman zorlandığı bu geçim derdi, arada ona da güç geliyordu. Elden gelen bir şey yoktu, böyle sürüp gidecekti. Doğuştan şanslı ya da şanssız kişilerin içinde yeri belliydi. Ama bilinmez ki ne olacağı, belki de bir gün her şey tamamen değişirdi. Bir umut işte!..Hayata bağlanmanın en sihirli yanı....Her akşam aynı şeyleri göre göre ezberlediği için çevresine bakmıyordu. Müzik sesleri her zamanki gibi birbirine karışıyordu. Dört bir yanda renk renk ışıklar.....Yapmacık bir cennet aldatmacasında....Bağırışlar, kahkahalar da sözde eğlenmenin yalancı belirtisi. Bazen yükselen küfürlü sesler de gerçeğin habercisi....Ya da yaldızlı görünümün küflenmiş çirkinliği....
Kaldırımda usul usul yürürken, niyeti o gece fazla oyalanmadan evine dönmekti. İlerledi, kırmızı ve mavi neonların göz aldığı büyük bir kapının önünde durdu. Durması ile beraber iki güçlü kol, ne olduğunu anlayamadan çocuğu kucakladı. Hüseyin şaşkınlıktan donmuştu. Gıkı çıkmadı. Adam onu bir paket gibi omzuna atınca, dünyası tersine döndü. Kötü bir bulantı duydu midesinde. Kan beynine hücum etti, sersemledi. Bu hali çok uzun sürmedi. Yere tekrar döndüğünde kendini Ramazan'ın sert bakışlarının karşısında buldu. Gözlerle öldürmek, böyle bir şey olmalı diye düşündü ve sırtından soğuk bir ter boşandı. Sakin, dik durmaya çalışsa da tükendiğini hissetti önce, sonra da bir anda karanlığa yuvarlanıp olduğu yere yığıldı. Ama çevresindeki sesleri anlamlandıramadan duymaya devam etti. Kalın bir ses gürledi:
''-Çabuk su getirin!''
Ve koşuşturan ayak sesleri....Yüzüne serpilen suyun soğukluğunu yaşadı. İri bir çift elin ince bedenini sarstığını fark etti. Korka korka gözlerini araladı. İşte o an Ramazan'ın öfkeden iyice kızarmış yüzünü burnunun dibinde gördü ,bir daha kendinden geçti. Kontrol edemediği bir titreme başladı sonra bedeninde. Derken adamın az da olsa yumuşayan sesini duydu:
''-Korkma evladım! Sana bir şey yapmayacağım. Sadece biraz konuşacağız!''Ardından sert bir komut duydu:
''-Ne bakıyorsunuz aval aval! Çocuğu koltuğa yatırın!''
Kendini tüy gibi kaldıran güçlü eller, bir anda minik bedenini, büyük koltuğun üzerine bırakıverdi. Kuş misali çırpınan yüreği yavaş yavaş sakinlemeye başladı. Çünkü zarar görmeyeceğini anlamıştı. Sabit bakışlarını tavana dikti çocuk. Sonra toparlanmaya çalıştı. Uzandığı yerden kalktı ve oturdu. Sanki büyük bir suç işlemiş gibi başı önünde, ne olacağını bekledi. Ramazan, masasına geçti, koltuğuna oturdu. İlk anki öfkesi geçmiş,durulmuştu. Lafa nereden başlayacağını düşünür gibi bir süre durakladıktan sonra:
''-Nasıl oldun? İyi hissediyor musun şimdi?'' dedi.
Hüseyin, ürkek:
''-İyiyim...''cevabını verdi fısıldarcasına.
Adam iyice yaslandı arkasına ve ağır ağır devam etti:
''-Neden buraya getirttim seni biliyor musun?''
''-Hayır....''
''-Bundan birkaç ay önce buraya, işe almam için birini getirmiştin. Hatırladın mı?
''-Evet.''
''-Adı Cemal'di sanırım. İşte onu arıyorum. Nerede biliyor musun?''
''-Hayır.''
''-Emin misin?''
''Evet. Burada çalışırken arada onu görüyordum. Sonra birden ortadan yok oldu. Galiba işten çıkarmışsınız....''
ŞİMDİ OKUDUĞUN
SEVMEK ÇOK ZOR (1) (RUMELİ YÜREĞİM)(TAMAMLANDI)
Roman d'amourİdealize edilmiş bir aşk değildi..Bir zamanlar gerçekten yaşamış ama,bugünde olmayan insanlar...Aşkın da cinselliğin de şansızlığın da en güçlü ve en saf hali....Kalp aşka bağlı kalsa da ten ve arzu hükmünü sürdürmüş.Belki vücut ihtirasın elinde tat...