"Sorsam ikimiz de maviydik; birimiz deniz, birimiz gökyüzü."
●
"Böyle iki yabancı gibi mi olacağız? "
Kolumu tutan sıcak el sayesinde istemsizce kasılmıştım. O an nefes almadığımı hissettim. Kalbimin ritmi değişince ister istemez ağlama isteği uyandırıyordu bende.
Dün olanlar aklıma geldi. Hiçbir suçum yokken bildiğin sürtük damgası yemiştim. Bu olmamalıydı. En azından benim gibi bir kız için...Dün olanlar beynime akın edince zorla yutkundum ve hızla kolumu Ertuğrul 'un elinden kurtardım. Birden boşluğa girmiş gibi yalpalanarak bana baktı. Gözlerinde güçsüz bir Ertuğrul yaşıyordu. Bitmiş, bezmiş belki de ölmüş...
"Yapma..." diye mırıldandı. Ama sanki kendi kendine konuşuyormuş gibi bir hâli vardı. Kolumu tutan sol eli yavaş yavaş yumruk şeklini aldı. Kendini o kadar sıkıyordu ki eklemleri bembeyaz olmuştu. Üzülüyordu, üzülüyordum. Ama yapacak hiçbir şey yoktu. Ben bunları haketmiyordum. Şimdi gidip onun yüzüne gülecek değildim.
"Saçmalıyorsun..." diye mırıldandım ama maalesef ki sesimin titremesine mâni olamamıştım. Başımı iki yana sallayıp göz yaşlarımı geri gönderdim. Şu an ikimiz de ergen gibiydik.
Ertuğrul'un bakışları yavaş ve temkinli bir şekilde gözlerime tırmandı. Hafif dolmuş gözlerimi gördüğünde şaşkınlıkla gözlerini açtı. Sonra sertçe yutkundu."Ben..." diyebildi sadece. Boğazımdaki yumru sıkılaşınca hızla Ertuğrul'a sırtımı döndüm ve koşarak siteye girdim.
Devamı ise kolaydı; kaybolmuş ruhumu göz yaşlarımın içinde arayacaktım...
~
Ertuğrul'dan;
Genç çocuk, elindeki taşın şeklini inceleyip denize doğru fırlatıp derinlerde boğulmasını diledi. Sırf hayattan boğulacak bir arkadaş aramak için.
İçinde kocaman bir boşluk vardı ve ne yaparsa yapsın o boşluk dolmuyordu. Kendini berbat hissediyordu. Bir o kadar da çaresiz.
Her gözlerini kapattığında Meva'nın ona olan kırgın, küskün ve onlarca ifade barındıran gözleri geliyordu aklına. Canı çıkacakmış gibi hissediyordu.
Tamam bu onun göreviydi. Meva'nın ölüsü, Ertuğrul 'un mevkiisi olacaktı. Bunu çok net biliyordu ama Meva'yı üzmekten deli gibi korkuyordu.Onu öldürmesi gerekiyordu ama Ertuğrul, onu üzmekten korkuyordu. Ne büyük bir çelişki...
Sinirle ellerini saçlarına geçirip hafif çekti ve kanlaşan gözleri ile diğer ucu görünmeyen denize baktı. Bir an önce ölmek istiyordu. Ölüp kurtulmak...
Meva'yı beş yıldır takip ediyordu. Dile kolay, beş sene.
Bu beş sene o kadar dolu dolu geçmişti ki bir gün Meva'yı görmezse kendini kötü hissediyordu. Tâbii o zamanki kötü hissetme durumu farklıydı. 'Ya biri Meva'yı öldürmüşse? Hayır, onun ölümü benden olacak' cinsindendi.Beş sene önce kendine bir yemin etmişti ve bu yemini sürdürecekti. Sürdürmek zorundaydı.
Her ne kadar Meva'yı görünce midesine sıcak su dökülse de o buna dayanacaktı."Ertuğrul? " gelen tanıdık sesle kendine lânet okudu. Gelen babasıydı. Dün Meva'yı üzmek istememişti ama zorundaydı. Babası bir adam tutmuştu ve top almaya giderken Ertuğrul'u dövdürtmüştü. Sebebi ise oğlunun kıza fazla bağlı olmasıydı. Babası Ertuğrul'un Meva'ya âşık olduğuna inanıyordu ve görevlendirdiği adama temiz bir şekilde dövmesini, aynı zamanda Ertuğrul'a bir kaç cümle ileteceğini söylemişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fırtına Öncesi Sessizlik
AdventureHayat iki yol; biri doğru, bir diğeri yanlış. Biri karanlık, bir diğeri aydınlık. Hayat; ince bir çizgi. Bu ince çizgiyi aşarsan kan her hücrene hücum eder. Sen diye bir şey kalmaz. Hayat; herkesten nefret eden, herkesin ölümünü sağlayan beş harf...