"Günün tavsiyesi: çokta şey yapmayın -,-"
**
"Abla! Yağmurluğumu gördün mü?" diye seslendim merdivenlerden aşağıya doğru sarkarken.
"Nereye koyduysan ordadır!"
"Allah razı olsun, çok yardımcı oldun." diye ima ile bağırıp geri odama girdim. Dün akşam bavulumu hazırlamadığım için şimdi toplayıp kahvaltı yapacaktık ve sonra Trabzon'a doğru yol alacaktık. Heyecanlanmıştım. Hem annemin mezarı oradaydı, hem de benim memeleketimdi.
Masamın önündeki tekerlekli sandalyeyi korkarak dolabın önüne getirdim ve titreyen bacaklarım ile sandalyeye çıktım. Tekerlekli sandalye sonuçta.Elimi üst tarafta gezdirirken önüme gelen zarfı elime aldım. Bu zarf, Ertuğrul'un bana hazırladığı bin mektuptan biriydi. Okumaya kaç defa niyetlenmiştim fakat bir türlü okumaya fırsatım olmamıştı.
Zarfı daha sonra okumak için arkaya doğru ittirdim ve dolabın kapağını açıp üst rafa göz gezdirdim. Yeşil kapşonlu yağmurluğumu görünce hızla yerinden çekip aldım.Fazla üşengeç bir olarak bildiğim eşyaların yerlerini bilmemezlikten gelip ablamdan istiyordum. Elime kadar gelmesi daha mantıklıydı. Hem ben zayıflamamış olurdum, hem ablam diyet yapacağına spor yapmış olurdu. İki adım da iki adım yahu!
Sandalyeye zorlukla tutunarak aşağıya indim ve geri yerine yetiştirdim. Elimi alnıma koyup derin nefes verirken "halen yaşıyorum." deyip kâhkülümü düzelttim.
Benim gibi bir varlık 'tekerlekli sandalyeden düştü ve öldü' diye anılmamalıydı. Karizma denir buna!
"Ölmeye fazla meraklısın." aniden gelen ses ile ikilip geriye doğru yalpalandım. Ertuğrul benim bu halime her zaman takındığı ben Ertuğrul SOYKAN moruk gülüşü ile karşılık verdi.
"Kapıyı tıklatsaydın keşke. Burası bir kız odası." diye sitem edince kaşlarını havaya kaldırıp dudak büktü.
Evet, tatlı olmayı başarıyorsun pislik!
"Neden? Ne olacak?" diye kafa karıştırıcı soru sorunca kaşlarımı çatıp ellerimi bel boşluğuna yerleştirdim. "Belki görmeni istemediğim şeyler var?" dedim kendimi haklı çıkartmaya çalışarak. Alt dudağını dişlerken kafasını salladı.
"Ne gibi?"
"Ya, ya sana ne be?!" diye cırladım sinirle. Kendine beni kenara sıkıştırıp ağzımdan laf alacaktı. Fena çocuk ama ben bu fena jojuğu fena seviyorum.
Kafalar karşıtı mı?
Aferin lan, bak nasıl anladı alttan mesaj verdiğimi.
"Sakin ol, hırçın." diyerek elini teslim olurmuşçasına havaya kaldırdı. Kıstığım gözlerimi Ertuğrul'a yöneltirken elimi yeter artık! der gibi salladım ve arkamı döndüm.
"Çok konuşuyorsun. Biraz da iş yap ve ablama bavulumun yerini sor." dedim masama bakmaya devam ederken.
Hıhı. Aynen kanka.
Mal gibi masaya bakıyorum.
Ertuğrul derin bir nefes verirken ortalıkta bir sessizlik oluştu. Gittiğini sanıp arkamı döneceğim sırada burnumun köprücük kemiğine değmesiyle geriye doğru yalpalandım ve kafamı masanın ucuna değdirerek yere yapıştım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fırtına Öncesi Sessizlik
AdventureHayat iki yol; biri doğru, bir diğeri yanlış. Biri karanlık, bir diğeri aydınlık. Hayat; ince bir çizgi. Bu ince çizgiyi aşarsan kan her hücrene hücum eder. Sen diye bir şey kalmaz. Hayat; herkesten nefret eden, herkesin ölümünü sağlayan beş harf...