"BAZEN SADECE SEVİLMEK İSTERSİN. SADECE SEVİLMEK..." -B.G
●●●
Arkamdan yükselen onca ses ve bana şaşkınlıkla bakan öğrenciler...
Dolan gözlerim önümü görmemi engellerken hızla göz yaşımı silip merdivenlerden indim. Daha fazla aynı mekanda kalmak istemiyordum onunla.
Hani çok önemli işin olur ama o kadar yorgunsun, o kadar uykun gelir ki, o güzel anda zar zor gözlerini açmaya çalışırsın. Uyku; huzurdur, rahatlıktır. Ama kalkmak zorundasın. Başka çaren yoktur.
Berra ve Ahsen her şeyi çok iyi biliyorlardı. Ama üstüme gelmek istemiyorlardı. Biliyordum ve görüyordum.
Sınıfa girdiğimde boğazımda acı veren bir yumru vardı. O kadar canımı yakıyordu ki ne yutkunabiliyordum ağlamamak için, ne de ağlayabiliyordum yumrum yüzünden.
Kendi sırama oturup sakinleşmeyi bekledim. Bir ders daha dayanacaktım. Sadece bir ders daha dayanıp ablamı uğurlamaya gidecektim.Sanki biri dudaklarıma mühür vurmuştu. Konuşmak yasaktı, konuşmak günahtı, konuşmak acıydı, kederdi.
Her ne kadar konuşmak istesemde, buna istemediğim tarafımda katılıp beni sonsuz karanlığa zincirleyerek sürüklüyordu sanki.
Benim hayatım; elleri kolları bağlı kapkaranlık bir yerde tutsak ve oksijeni olmayan bir mekandı. Oksijen yoktu fakat yaşam vardı. Acılı bir yaşam...
Suyumu çıkarıp yudumlayınca bir nebze de olsa rahatlamıştım. Derin bir nefes aldıktan sonra kollarımı masaya dayayıp cama dönük bir şekilde gözlerimi yumdum.
Olurda benden bağımsız gözyaşların akarsa göz pınarlarımdan, benden saymasınlar istedim. Zayıf görmesinler belki de.●●●
Elimi yanağıma yaslayıp beynimdeki onca bayat düşünceler eşliğinde hocaya bakıyordum. Dışarıdan biri beni görse, ders çalışıyor bu kız, felan derdi. Ama kimse içimdeki fırtınayı görmezdi, bilmezdi...
Kafamı kaldırıp geriye yaslandım ve gözlerimi ovuşturup geri açtım. Herkes boş işlerle uğraşırken gözüm Ertuğrul 'da takılı kaldı. Başını masaya koymuş bana doğru dönük bir şekilde gözlerini kapatmıştı. Yüzü gevşemiş, bembeyaz bir şekilde masumca uyuyordu. Saçı, maçtan sonra banyo yaptığı için dağılmıştı.
Ertuğrul, bir süre sonra kaşlarını aniden çattı ve bir kaç şey söyledi. Tam çıkarmadım.
Sonra sert bir şekilde yutkundu."Sana bakarak uyuyakaldı." Dedi Ahsen. Göğüs kafesinden yukarıya doğru bir acı saplandı. "Bir dakika bile gözlerini üzerinden ayırmadı. Sen her kaşlarını çattığında kendine küfür eder gibi bir hali vardı." diye devam etti. Ahsen'in her konuşması bana kurşun yarası olarak geri dönüyordu resmen. Dıştan kan görünmezdi, iç kanama oluyordu. En tehlikelisinden, müdahalesi en zor olanından.
"Neden söylüyorsun bunları bana?" Diye sordum acı çekerken. "Neden acı çektiriyorsun?"
Ahsen kaşlarını çattı ve bana sert bir şekilde baktı."Yazık değil mi ona da?" dedi. "Sen acı cekme diye o uğraşıyor. Sen acı çekmiyorsun ama o..."deyip kafasıyla uyuyan Ertuğrul 'u gösterdi.
"Bana neler söylediğini biliyorsun."diye fısıldadım hocanın duymamasını umut ederek.
"Ertuğrul çok iyi bir basketbolcu. Hatta lisansı var. Bu okulda lisans almak çok zor diye biliyorum. Emin ol Ertuğrul o kısa mesafede gözü kapalı bir şekilde basket atabilirdi. Bundan adım kadar eminim. Ama ne bileyim, seni görünce ne hale geldi gördüm, hatta tüm okul gördü. Sen haklı olabilirsin, bir şey diyemem. Ama Ertuğrul yaptığı bu şeyden çok pişman. Belli. " dedi ve dudak bükerek omuzuma destek verircesine dokundu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fırtına Öncesi Sessizlik
AdventureHayat iki yol; biri doğru, bir diğeri yanlış. Biri karanlık, bir diğeri aydınlık. Hayat; ince bir çizgi. Bu ince çizgiyi aşarsan kan her hücrene hücum eder. Sen diye bir şey kalmaz. Hayat; herkesten nefret eden, herkesin ölümünü sağlayan beş harf...