"Kapanmayan yaralarımın adını 'sen' koydum."
***
Kalbim deli gibi çarparken karşımda bana bakan ve en sevdiğim gülümsemesi ile göz kenarları kırışan Ertuğrul'a baktım. Rüyaydı ya da hayal...
O mezardan çıkmanın başka bir açıklaması yoktu. Kefendeki halini görmüştüm ve gömmüşlerdi."Ertuğrul?" diye fısıldadım tekrardan. Sanki dudaklarından dökülen her bir kelime hoşuna gidiyordu. Özlemiş gibiydi. Ya da sesimi duymaya muhtaç.
Ben mi öyle hissetmek istiyordum?
Belki de.
"Git." dedim aniden geriye doğru çekilirken. Gözyaşlarım yavaş yavaş dökülüyordu.
O ölmüştü ve ben mezara koyarken görmüştüm o'nu.
Birden endişe içinde bana baktı ve elini sakin ol derecesine havaya kaldırdı. Bana yaklaşmaya çalıştığı sırada korkuyla geriye doğru süründüm."Yaklaşma bana!" dediğim an hızla beni kolumdan çekip sıkıca sarıldı.
Hayal değildi, burdaydı.
Kokusunun içime çekerken halen hayal olduğunu düşünüyordum. Sol eliyle kafamı tutmuş geri çekilmemi engellerken sağ eliyle de belimi tutmuştu.
"Hayal değilsin değil mi? Geldin yanıma, üzüldün çünkü. Dayanamadın ağlamama. Hayal olmasın lütfen. Her zaman yanımda kal." gözyaşlarım arasında yalvarırken omzumum ıslandığını fark ettim. Omzumda sessizce ağlıyordu. Benim Ertuğrul'um yaşıyordu ve omzum, gözyaşlarıyla ıslanıyordu.
"Gitmem birdaha. Sen git desen bile gitmem. Bırakmam seni. Affet beni, üzdüm seni." sesini duyuyordum. O güzel sesine hasret kalmıştım. Öyle yok olmak istedim. Sadece yok olmak istedim.
Gitmesinden korksam da yavaşça elimi omzuna atıp bir diğer elimle arka saçlarını tuttum. O yumuşak saçları bile özlemiştim.
"Ertuğrul?" diye sordum tekrar hıçkırıklarımın arasında.
"Hm?" diye mırıldandı erkeksi sesiyle. Ses uzaklaşıyordu. "Gitme."
"Gitmem." Kalbim deli gibi atarken kollarımın arasında yok oluşunu izledim hıçkırıklarımın arasında. Gidiyordu. Gitmem dediği halde, gidiyordu.
**
1 hafta sonra;
Etrafta kendi halinde dolaşan insanlara baktım. Bazıları kahkaha atarken bazıları ağlamaktan şişmiş olan gözyaşlarını siliyordu.
Dünya'ya bakış açısı dediklerinde bakış açısının ne olduğunu bilmiyordum. Ta ki Dünya'ya bakış açım değişene kadar. Daha sonra öğrendim; farklı kokudan bile bakış açısı değişiyormuş...
Kim bilir şu saniye de Dünya'da en hüzünlü anısını yaşayan kimdi? Kim bilir di şu saniye de Dünya'da en mutlu anısını yaşayan kimdi?
Koca, yaşlı bir ağacın altında duran ve ağaçtan yapılan oturağa oturdum.
Artık her saniyemi o'nu düşünerek geçiriyordum. O günden sonra bir hafta geçmişti. Bana bir asır gibi gelen bir hafta...
Zaman kavramını yitirmiştim. Zaman diye bir şey yoktu, çünkü o yelkovan her zaman aynı yerindeydi.
O akşam ablama Ertuğrul'u gördüğümü söylemiştim. Ablam her zaman ki gibi fazla düşündüğümü ve bu gidişle deli olacağımı söyleyip koşarak babama yetiştirmişti. Babam da mezara gittiğimi öğrenip güzel bir azar çekmişti ve bir daha mezara gitmeyeceğim üzere yemin almıştı.Yaram daha tazeydi. İyileşmesi uzun sürecekti. İyileşecekti fakat üstünde koca bir kabuk olacaktı. İyileşmesi kabuk tutmadan ibaret olacaktı ve o kabuk illa bir gün sökülüp kanayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Fırtına Öncesi Sessizlik
MaceraHayat iki yol; biri doğru, bir diğeri yanlış. Biri karanlık, bir diğeri aydınlık. Hayat; ince bir çizgi. Bu ince çizgiyi aşarsan kan her hücrene hücum eder. Sen diye bir şey kalmaz. Hayat; herkesten nefret eden, herkesin ölümünü sağlayan beş harf...