49.BÖLÜM: "TUTSAK"

420 56 13
                                    

"Dudaklarımdaki çatlaklar eşliğinde ismini sayıkladım. Her sayıkladığımda biraz daha yarıldı dudağım. Canım yanmadı. Çünkü artık hissetmemeye başladım." -Beyza GÜLTEKİN

Multi: Mithat Can Özer/ Ateş Böceği

**

Hayat iki yol; biri doğru, bir diğeri yanlış. Biri karanlık, bir diğeri aydınlık.
Hayat; ince bir çizgi. Bu ince çizgiyi aşarsan kan her hücrene hücum eder. Sen diye bir şey kalmaz.
Hayat; herkesten nefret eden, herkesin ölümünü sağlayan beş harf...
Hayat; soluk, soğuk, karanlık...

Hayat; var ama yok.

Çelişkiler içinde kök salmış ölüm...

Neden kalbim acıyor bu kadar?

Ertuğrul neden kanlar içinde yerde yatıyor?

Hani çok susarsınız ya, dudağınız bir damla suya muhtaç olur.
Sonra önünüzde bir bardak su bulursunuz. Heyecanla elinize alıp içersiniz. Boğazından yol bulur. O yolu hissedersiniz. İçinizi hissedersiniz.
Biraz ürperirsiniz ama heyecanla bir kere daha içmek istersiniz.
Bu sefer içtiğinizde his kaybolmuştur.

Bacaklarım zangır zangır titrerken dik durmak için zorladım kendimi. Neden bu kadar acı vermişti ayakta durmam?

"Ertuğrul." diye fısıldadım tekrardan. Sanki sesim beni terk etmişti. Onun ardında kalan bir kaç damla ile yetiniyordum bende. Kurumaya yüz tutan o birkaç damla...
Kirpikleri ve kaşları kan olmuştu. Yüzünü doğru düzgün seçemiyordum bile.
Beni rahatlatmak için hafifçe gülümsedi. Parmaklarını zorlukla hareket ettirip bana uzattı.
Gözyaşlarım deli gibi akarken onun zorlukla havaya kaldırdığı parmakları asfaltla buluştu.

Gözleri kapandı.

Gülümsemesi silindi dudaklarından...

Olduğum yerde kalakaldım. Gidemedim yanına, yardım edemedim. Boğazımda acı bir tat dans etti, burnumun ucunu sızlatan keskin bir acı vardı.
Elmacık kemiklerim ıslandı yavaşça. Tüm acizliğimin kırıntıları birleşip tekrardan dağıldı etrafa.

"Duygusuz çocuk?" dedim yavaşça yanına adımlarken. Yanına yaklaşmışken biri önüme çıktı.
Gözlerimi bir saniye olsun Ertuğrul'dan ayırmadan "Çık." dedim. Beni dinlemedi.

"Çık önünden İlyas!" dedi kaba bir ses. Umursamadım.

Korkmam mı gerekiyordu?

Korkuyordum, ölecek diye korkuyordum.

Gidecek diye korkuyordum.

Bir daha görmeyeceğim diye korkuyordum...

İlyas denen çocuk sinirle kenara çekildiğinde Ertuğrul'u daha net gördüm. Biçimli kaşları, gür kirpikleri ve karamel rengi saçları kana bürünmüştü.
Tanınmaz bir haldeydi.

Daha fazla tutamadım kendimi. Yere çömeldim ve bana uzattığı elini tuttum. Buz gibiydi. Elini avucuma aldığımda bir ürperti gezdi vücudumda.

Ne badireler atlatmıştık biz, kaç defa düşüp kalkmıştık sonu olmayan bu tuzaklı yolda.

"Ertuğrul, kalk." diye fısıldadım kulağına doğru. "Kalk yoksa bitecek burda her şey. Burda kalacak duygularımız. Dünya'da tarihe geçmiş aşıklar olacağız." deyip sarstım.

Fırtına Öncesi SessizlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin