54.BÖLÜM: "DİPSİZ KUYU"

306 52 8
                                    

"Bak! Güzel günler yola çıkmış, geliyorlar..."

**

Üstüme yüklenen tonlarca acı aniden gözyaşı olarak çıkmıştı vücudumdan. Boğazıma kaçan hıçkırığımla birbirlerinden ayrıldılar. Ağır ihanet, vücudumu hissizleştirmişti.
Sanki biri enseme sert bir şekilde vuruyordu.
Burnum sızlıyor, gözlerim yerinden çıkacakmış gibi hissediyordum.
Güçlükle geriye doğru bir adım attığımda çaresizce yere düştüm.
Acı içinde inleyip geri ayağa kalktığımda Ertuğrul beni fark etmişti.
Elimi, acı veren göğsüme doğru bastırıp hızla kapıya doğru ilerledim ve çabucak çıktım salondan.
Sınavdan çıkmış birkaç öğrencinin gözleri bana doğru döndüğünde umursamadan ilerlemeye devam ettim ve sonunda okuldan çıktım.
Bahçeye çıktığımda sıktığım dişlerimi genişletip hıçkırığımın boğazımı yırtmasına izin verdim.

"Hayır," diye, mırıldandım gözyaşlarımın arasından. "O olamaz, o Ertuğrul değil, Ertuğrul öyle biri değil!" diyerek kendi kendime kuru teselliler veriyordum.

"Meva!" diye, bağırdı. Erkeksi sesi kulağımı doldurduğunda yüreğim sıkıştı. Acı içinde öksürüp adımlarımı hızlandırdım. "Tut onu!" diye, bağırdığında adını bilmediğim bir çocuk hızla önüme geçip kollarımdan tuttu.

"Bırak!" diye, bağırdım boğazım yırtılırcasına. Ertuğrul hızla yanıma gelip beni durdurduğunda, "Bırakın beni!" diyerek tekrardan bağırdım. Tiksiniyordum ondan.

"Dinle,"dediğinde başımı geriye doğru atıp yutkundum ve başımı iki yana salladım.

"Bırak beni!" diye, bağırdım az önce beni tutan çocuğa doğru. Çocuk ilk olarak Ertuğrul'a baktı ve sertçe yutkundu.
Ertuğrul kollarımı tuttuğunda çocuk geri çekilmişti.

"Sakin ol," dedi, kısık bir sesle. Göz yaşlarım arasında ondan kurtulmaya çalışıyordum fakat çabalarımın hepsi boşunaydı.

"Sakin olamam, bırak beni!" diye bağırdım ve kollarına vurmaya başladım. Kaşlarını çatıp bana baktı. Sertçe bir nefes alıp göz kapaklarına kadar inen saçlarını başı ile yana savurdu.

"Senden nefret ediyorum, pislik herif!" diye dişlerimin arasından fısıldadım. Sınavdan çıkan öğrenciler şaşkınca bize bakmaya devam ediyordu.

"Beni dinle!" diye, bağırdı. O anki sinirle bacağına vurup sertçe yanağına tokat attım. Kafası yana düştüğünde gözlerini sinirle yumup alt dudağını ısırdı ve sertçe yutkundu.

"Sen misin beni seven?" dedim göz yaşlarımın arasından. "Ben senin gibi birini mi sevdim?" deyip, hıçkırdım.
Ertuğrul kafasını kaldırıp acı çeken gözlerini bana yönlendirdiğinde her şeyin farklı olmasını diledim. Bir rüya olmasını...

Geçip bitmesini,

Bir daha gelmemesini...

"Ben seni seviyorum." dedi hafifçe. Şaşkınca Ertuğrul'a bakıp geriye doğru yalpalandım. "Sakın," deyip yutkundum. "Sakın bir daha beni sevdiğini söyleme!"

Yıkılmıştım. Dudaklarından çıkan her güzel söz zehire bandırılıp elime veriliyordu sanki. Yaralıyordu her zerremi.
Yavaşça önünde durup elimi kaldırdım ve sertçe göğsüne doğru vurdum. "Sen bana aşıksın öyle mi?" deyip, acı bir şekilde gülümsedim.
Ertuğrul yutkunup kafasını eğdi ve dilini alt dudağında gezdirdi.

"Eğer senin aşkın gerçekse, bir daha asla karşıma çıkmazsın. Ne sen bana acı çektirirsin, ne de ben sana mani olurum bu dipsiz kuyuda." dedikten sonra iç çekip geriye doğru kaçtım.

Fırtına Öncesi SessizlikHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin