Dilimin ucuna gelip yuttuğum kelimelerin her birinin harfleri senin adını fısıldar.
Kaç harf varsa dilimden dökülen, birleşir, adın olur.
Adın bir fısıltı olur önce dilime, sonra içime fırtına. Adın benden öte bir anlam taşır. Benden ayrı da var olan... Senin gibi.
Odadan çok bir ev, evden çok bir sığınak gibi duran yapının ortasında, biraz önce adımlarını misafir eden basamaklara bakarken ben; kaç cümle varsa söylenmeyen dilimde, hepsi dökülsün istedim seni benden ayıran boşluğa.
Cezamı da günahımı da ödeyemeyeceğini bile bile ikimizin arasındaki birkaç metrelik görünen aşılmaz mesafeye bıraktığımda dizeleri, bir kere dönüp bak istedim.
Bakmadın...
Ege son basamağı indiğinde bakışlarımı tekrar odaya çevirdim. Odanın son kısmında ortada duran iki kişilik yatağın çarşafları griydi, mutfak kısmı ise bordo. Duvar ile birleşik gibi duran dolap ise siyah. Özel olarak bu kısımla ilgilendiği belliydi, baterisi ise aşağıda sahnede duruyordu hala. Demek ki bar açılmadan önce çalışıyordu. Liseden sonra grubunu devam ettirmeyi düşünmüştü ama neredeyse üyelerin hepsi şehir dışına okumaya gitmişti, Ege ve bateri baş başa kaldığında sıfırdan bir grup kurmak yerine özel ders vermeye başlamıştı. Paslanmamak için. Gördüğüm kadarıyla ona da devam etmiyordu. Bar bütün vaktini alıyor olmalıydı.
Döneli iki gün olmuştu ama iki hafta gibi geçmişti, hala kendime belirlediğim ilk yapılması gerekenleri bitirmemiştim. En önemlisi Sıla ile konuşmamıştım. Ekin haklıydı, af dilemeliydim.
Merdivenlere yöneldiğimde bu kez beni tutmak için -tamam belki de tutmak için değil- arkamda duran bir Ege Fırtına olmadığından, basamakları tek tek ve yavaşça indim.
"Pizza söyleyelim o zaman." diye bağıran Ekin'in sesini duyduğumda bar kısmına yöneldim.
Birkaç kişi gelmişti, bar yavaş yavaş doluyordu demek ki.
"Abicim, bara pizza söylendiğini daha önce nerede gördün sen?"
Ege, Ekin'in yanında bar taburesine oturmuştu.
"Açım, aç!" diye bağırdı bu kez Ekin.
Gerçekten bağırıyordu, yolun sonundaki çorbacı her an bu yakarışı duyup bir mercimek çorbası yollayabilirdi.
"Oy benim paşazadem açıkmış mı? Tez sofralar kurula." dedim, yanlarına doğru yürürken.
"Nora," dedi ağlamaklı bir sesle. "Senin bir pastan vardı ya, şu camışa yapıyordun bana ondan yapsana çok özledim."
Ege'nin kasılan çenesi ve gerilen omuzları dikkatimi dağıtsa da Ekin'e gülümsedim.
"Tiramisu."
"Hah ondan, bak yarın yap hazır Mert'in doğum günü."
Ağzım açıldı, Ege Ekin'in yanından kalkıp barın arkasına geçtiğinden onun biraz önce oturduğu tabureye oturdum. "12 Eylül yarın."
Başını salladı. Elimin ucunu alnıma vurdum. "Tamamen aklımdan çıkmış."
"Şaşırtmadı." diye mırıldandı Ege.
Derin bir nefes aldım. Şu an için onun gözünde bir dart tahtasıydım ve elindeki okları 12'ye isabet ettirecek kadar da tecrübeliydi.
"E ne yapacağız, ne planladınız?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.