Bölüm 9

21.9K 1.3K 711
                                    

"The sun goes down and it comes back up.‬
The world it turns no matter what‬. 
If it all goes wrong...
Darling, just hold on."

Güneş batıyor ve tekrar çıkageliyor. 
Ne olursa olsun yine döner dünya.
Her şey kötüye giderse...
Sevgilim, sadece dayan.


  🌸  

Aybars Atahan tam olarak kimdi, nasıl birisiydi bilmiyordum ama hakkında bildiğim en net fikir bir centilmen oluşuydu. Sınırı geçtiği zamanlarda dahi aslında kendi belirlediği sınır içinde duruyordu. Görgü kurallarını aşmayan cümlelerini özenle seçiyordu ve kimin canını nasıl yakacağını oldukça iyi biliyordu. Her düşman gibi zayıf noktaları vakti gelince kullanmak için aklında tutuyordu.

Şu an ilgi alanında Berrak yoktu ya da Ekin... Mavi gözlerinin odağındaki Sıla Aslan'dı. Büyülenmiş gibi bakarken büyülediğinden emin olacak ki keyifle gülümsedi.

Üzerinde kolları dirseğine kadar kıvrılmış beyaz bir gömlek vardı. Altında siyah, keten bir pantolon ve süet siyah spor ayakkabılar. Şıktı ama rahattı da aynı zamanda. Koyu saçları özenli bir dağınıklığa sahipti, mavi gözleri ise loş ışığı umursamadan parlıyordu. Olduğum yerde durmuş, kendimi bu resmin içine dahil etmeden buradan çıkıp çıkamayacağımı düşünüyordum. Ege tam yanımda duruyordu, merdivenlerden indikten sonra bar tezgahının çaprazına gelip herkesi görebildiğim bir noktada durduğumda o da benimle durmuştu. Kendimi fazlalık hissettiğim andan uzaklaşmamıştık ama şu an tek bir fark vardı. Ege Fırtına.

Bakışlarımı ona çevirdim, Berrak tezgahın arkasında çok da önemli görünmeyen bir şeyle uğraşıyordu, daha çok bakışlarını Aybars'dan kaçırmaya çalışıyor gibiydi. Sıla, Mert ile sohbet ediyordu ama bir engele takılıyordu sürekli Aybars gözlerini ayırmadan ona bakıyordu. Ekin ise barın arkasına geçmiş kendisine içki dolduruyordu. Herkes gözüme bir filmden sahneyi canlandırıyormuş gibi görünürken buradan gitmek istiyordum.

"Nora..." dedi Ege, kaçamayacağımı anladığım için öne doğru bir adım attığımda.

Eli kolumun üstünü tuttu ve beni yakınına çekti. "Sınırını korumaktan bahsettin ya demin," Kulağıma doğru eğildiğinden nefesi boynumu ele geçiriyordu. "Şimdi tam sırası..."

Ben henüz cümlesini zihnimde anlamlandıramazken kolumu tutan eli bileğime kaydı ve barın arka kapısına doğru ilerledi adımları. Hızlandığında dışarı çıkıp gözüme ilk günden beri oldukça büyük görünen arabasının yanına ulaştı. Birkaç saniye içinde benim tarafımın kapısını açtı ve bileğimi bırakıp binmemi bekledi. Şaşkındım ama sorgulayacak durumda da değildim.

Oturduğumda kapıyı kapattı ve sürücü kısmına geçti.

Nereye diye sormadım, sormama da gerek yoktu biliyordum beni eve bırakıyordu. Ege Fırtına hala benim tanıdığım adamdı. Kendisini bir kabuk ile saklıyordu ama biliyordum, orada bir yerlerde bildiğim bakışlar saklıydı. Henüz o bakışlar değmiyordu gözlerime ama biliyordum, oradaydılar.

"Aybars ile," dedi, ana yola çıktığımızda hızımızı arttırarak. "Sınırını koru, madem sınırdan bahsediyorsun."

Oturduğum yerde hafifçe ona döndüm. Onu uzun zamandır araba kullanırken görmüyordum. Düşündüğüm şey ile kendime güldüm, onu uzun zamandır birçok şekilde görmüyordum. Kol kasları gerilmişti ve direksiyonu öfkeli olmasa da gergin tutuyordu. İçinde tuttuğu cümleler gibi. Suskunluğunu bozmuştu yine de yetmediğini biliyordum. Kim bilir neler biriktirmişti, kim bilir nasıl yanıyordu canı.

İLKYAZHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin