●Berrak Özder●Gözlerim şaşkınlık ile açıldığında Aybars'ın bakışları elimi sıkı sıkı tutan elindeydi. Kocaman elleri ile kavradığı elim onunkinin yanında minicik kalmıştı. Ne olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu.
Başını yavaşça kaldırdığında mavi gözleri kopkoyu bir kıvamda ve soluk bakıyordu. Omuzlarının eğik duruşunu yadırgamıştım. O her zaman dik ve kendinden emin dururdu. Dedesinin durumu kötüye mi gidiyor diye korkmadan edemedim. Çok nadir anlarda görüşüyorduk, görüştüğümüzde ise ayak üste dedesinin durumunu sorabiliyordum. Sürekli İzmir'e gitmek zorunda kalıyordu. Bu üç ayda birçok şey öğrenmiş belki biraz olsun büyümüştüm. Öğrendiklerim başında ise ona sandığımdan daha çok alıştığım olmuştu.
"Aybars," dedim tereddüt ederek.
"Onu öpecek miydin?" diye sordu, bakışlarını benden kaçırmış yere eğmişti.
Kimi öpecek miydim?
"Kimi?" diye sordum. Şaşkınlığım sesime bulaşmıştı.
"Onu,"dedi başıyla kapıyı göstererek.
Ege'den bahsediyordu. Geçtiğimiz son üç ayda kimsenin bana yöneltme gereği duymadığı soruyu Aybars sormuştu. Sıla bile konuyu açmamış, yok saymıştı. Her şeyi yine içime atmak zorunda kalmıştım. Aysun herkesi ve her şeyi arkamda bırakmamı söylemekten bir şey yapmıyordu. Aybars ise burada durmuş, biraz tedirgin çokça gergin bir halde bana soruyordu. Ne olduysa benden öğrenmek için.
Belki de hayatımdaki tüm yanlışlar beni bir tek doğruya ulaştırmak için vardı.
"Hayır," dedim net bir vurguyla. "Hayır, onu öpmeyecektim."
Başını kaldırdı. Gözleri onları yakalamak için çaba harcamama fırsat vermeden gözlerimde durdu. Bana kimsenin daha önce bakmadığı gibi baktı yine. Beni her parçam ile santim santim görüyormuş gibi.
Gözlerini kapattığında yorgun görünüyordu. Onu görmediğim sürede ben büyümüştüm o ise yorulmuştu. Ne kadar çok şey ile uğraşmak zorunda olduğu hakkında en ufak fikrim yoktu. Bu üç ay bana onu özlemeyi de öğretmişti. Kalabalığın içinde görmeye alıştığım ama benimsemediğimi düşündüğüm bir yüzdü, yokluğunda onu ne kadar benimsediğimi fark etmiştim.
"Sormaya hakkım yoktu," dedi mavi gözleri tekrar karşımda belirdiğinde. "Ben birden kendimi tutamadım..."
"Sadece sen sordun," dedim. Birine anlatmak istiyordum. Biri beni anlasın istiyordum. "O günden sonra herkes bu olaya göre tavır aldı ama kimse karşıma geçip bana ne olduğunu sormadı. Tek önemli olan Ege'nin kalması ya da gitmesiydi. Ege'nin yaptığı ya da yapmadığı şeyler o kadar çok yer kaplıyor ki etrafta kimse başkalarına değen eylemlerinde bile karşı tarafı önemsemiyor."
"Bana neden gelmedin?" diye sordu gözleri kısıldığında. "Yani," dedi kendini toparlayarak. "Gelmek zorunda değildin tabii de, gelebilirdin."
"Geldim," dedim omuzlarımı hafifçe yukarı kaldırıp. "İlk iş sana geldim."
Kaşları çatıldığında bana doğru bir adım yaklaştı. "Nasıl?"
Dudaklarımı birbirine sürttüm. Ne söyleyip ne söylememem gerektiğini bilmiyordum. Başında çok fazla iş vardı. Aklına takılmak istemiyordum. Yorgundu, dinlenmesi gerekiyordu. Soğuğun ortasında durmuş, girişi kapatıyorduk. Birkaç kişi yanımızda durduğunda bakışlarım onlara kaydı. Kapının önünde durduğumuz için geçemiyorlardı. Aybars ise hala gözlerini bana dikmiş, onları fark etmeden duruyordu. Kapının önünden çekilmek için hala elinde olan elimle onu kendime doğru çektim. İnsanlar içeri girdiklerinde başını çevirip arabasının olduğu yere baktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.