"We only said goodbye with words...
I died a hundred times.
You go back to her...
And I go back to black. "Yalnızca kelimelerle hoşça kal dedik...
Yüz kere öldüm.Sen ona geri gidiyorsun...
Ve ben siyaha geri dönüyorum.(Bölüm şarkısı: Amy Winehouse - Back To Black)
● Berrak Özder ●
Eve geldiğim andan beri içimdeki huzursuzluk ve pişmanlık, durup oturmama engel oluyordu. Salonun ortasında elimde telefon ile bir yukarı bir aşağı ilerlerken aklımda tek bir şey vardı. Bu sabah ne olursa olsun çekip gitmeliydim, bu sabah Aybars'ın oyununa gelmemeliydim.
Kıskançlık... Herkes bunun karşı tarafla ilgili bir durum olduğunu sanırdı ama değildi. Kıskandığım -ya da adını her ne deniyorsa- bir beden, bir kişi değildi... İçimi kemiren yine kendimdim. Hatalar bizi, biz yapan değil miydi? Hata yapmıştım, ders almam gereken noktada ise an itibarıyla duruyordum. İçimi kavuran bu his, bu duygu ve kafamın içindeki ses dur durak bilmiyordu. Dört nala koşan atlar gibiydi içimde pişmanlık... Kalbimden, vicdanımdan ve kafamın içinden yükselen ses beni kavuruyordu ama yine de bir şekilde biliyordum... Bazen takılıp düştüğümüz taşlar bize en net dersi verirdi.
Seçilmemişlikten değil de seçilmeyi umduğumdan üzgündüm. Bir umut, hani olur ya, hani belki beni seçer diye umduğumdan da yıkılmışlığım. Ege bana gelmişti ama öğrenmiştim ki bu mavi gözlü huzur kaçırıcının oyunuydu. Ege aslında bana gelmemişti, onun yolu tek bir kapıya açılıyordu ve o kapının ardında ne yazık ki ben yoktum.
Odaya dolan zil sesiyle adımlarımı durdurdum önce, başımı oturma odasının kapısına çevirdim. Zil tekrar çaldığında beklediğim komut buymuş gibi dış kapıya doğru yürüdüm. Gelenin kim olduğunu biliyordum, niye geldiğini de... Kaçacak yerim yoktu daha önemlisi kaçma isteğim de... Yüzleşilecekse, yüzleşilecekti.
Kapıyı açtığımda karşımda tepeden tırnağa dağılmış bir Ege vardı. Onu bu halde görmeye o kadar alışkındım ki... Bu kapıyı her çaldığında yüzünde benzer bir ifade olurdu. Ya da ayakta duramayacak kadar sarhoş... Kaç gece, sabaha kadar oturma odasındaki camın önündeki tekli koltukta sabaha kadar sessizliğini giyip oturmuştu kim bilir... Dağılmış bir Ege görmeye alışkındım alışkın olmasına ama bu aralar yüzündeki acıya bir ifade daha eklenmişti, arada kalmışlık. Bilmiyordu artık, neresi onu kucaklar neresi kaldırıp kenara atar bilmiyordu. Bana geldiğinde ise geldiği ben miydim, işte ben de bunu bilmiyordum.
Aylak adımları koridor boyu ilerleyip oturma odasında sabitlendiğinde üzgün bakışlarını üzerimde gezdirdi. Hep korktuğum, kaçtığım, gelmesin diye umduğum o gün gelmişti. Ege gözlerime gitmek fiilinde bakıyordu. Ege gözlerime doğrudan öfkeyle bakıyordu, bunu ilk kez görüyordum gözlerinde. Bana karşı öfke kırıntısı ile bulanmış bakışları ilkti.
"Lütfen bana açıkla," dedi sıradan bir tonlama ile. "Nora değilse, kim?"
Bakışlarım halının desenleri ile buluştuğunda sormamasını umdum ama soracaktı, sormak zorundaydı.
"Kim Aybars ile iş birliği yaptı? Çünkü sen olamazsın..."
Dudaklarımı birbirine bastırırken bakışlarım hala halının üzerindeydi. Ege olduğu yerde dururken aramızda birkaç metre gibi görünen bir erozyon beliriyordu. Ağzımızdan çıkacak her cümle bizi sona taşıyacaktı ama susmanın önleyebileceği noktayı geçmiştik.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.