Sağ başparmağımın kenarını dişlerimin arasında ezerken sol bacağımı ritmik bir şekilde sallıyordum. Maç üçüncü periyottaydı. Sahadan yükselen gerilim her saniye biraz daha arttığından olacak kuruyan dudaklarımı birbirine bastırdım. Ekin'in hareketleri sarsaktı, bir türlü oyuna odaklanamıyordu. Aybars ise onun tam tersi kıstığı gözleri, net bakışları, keskin adımları ve topun hakimiyetini elinde tutuşuyla oldukça profesyonel görünüyordu. Ekin'in takımı Aybars'ın takımını geçen sene yenmişti yenmesini ama bu sene karşısındaki rakip belli ki geçen seneden daha güçlüydü. Ekin'in dün bahsettiği antrenman yapmama durumu ise ellerini daha da güçlendirmişti.
Ekin'i tanıdığım zamanların tümünde öğrendiğim en sarsılmaz gerçek kaybetmekten hoşlanmıyor oluşuydu, söz konusu basketbol ise bu hoşlanmamak daha da katlanıp nefrete dönüşüyordu. Ekin Göksoy basketbolda yenilmektense kanının son damlasına kadar savaşırdı. Şu an öyle yapıyordu ya da yapmaya çalışıyordu. Aybars bir kere daha topu potaya doğru sürdüğünde Ekin tam arkasındaydı, topu elinden almak için gerekli hamleleri yapsa da Aybars duruma oldukça konsantreydi. Top potadan geçtiği an karşı okulun seyircileri hep bir ağızdan bağırıp alkışlayarak ayağa kalktı. Durum hiç de iç açıcı değildi aradaki fark Aybars'ın son attığı 2'lik ile 18'e yükselmişti ve bu Ekin Göksoy'un dilinde yıkım anlamına geliyordu.
Ege Ekin'i durduğu yerden bir adım çekip kulağına yaklaştı, parmağımın kenarını dişlerimin arasında ezmeyi bırakıp avuç içlerimi dizlerimin üstüne yerleştirip öne doğru eğildim.
Ne söylüyordu?
Ege'nin cümlesi bittiğinde Ekin başını sallayarak bir adım uzaklaştı, avuç içlerini yüzüne bastırıp yüzünü sıvazladı. Ege omzunu iki kere sıkıp bıraktığında Aybars'ın takımından orta boylu, esmer bir çocuk ondan daha uzun ve kemikli bir buruna sahip olan 12 numaralı formanın sahibine pas verdi.
Çocuk topu sürmeye başladığında Mert tam karşısında durdu, çocuk bir an için sağa gidecekmiş gibi yapsa da topu sola doğru sürerek hedef şaşırttı. Mert ise bu anı bekliyormuş gibi hamlesini yaparak topun hakimiyetini ele geçirdi.
"Hadi Mert!" diye bağırdığım an Sıla da benim gibi yerinde dikleşip öne doğru kaydı.
Mert'in üçlük kısmından attığı top kenardan sekince Sıla ile aynı anda geri kayıp arkamıza yaslandık.
"Sıla..." dedim sadece onun duyabileceği bir tonda. "Maçtan sonra Ekin'i öpsen olmaz mı?"
Sıla hızla bana dönüp kaşlarını çattı.
"Ne?"
Derin bir nefes alıp sıkıntıyla verdim. "Bu maç dönmez, imkansız yani çok iyi diğerleri."
"Ee?" dedi hala kocaman açtığı koyu kahverengi gözlerini gözlerimde tutarak.
"Ekin basketbol sıkıyönetimi ilan etmeden önce sen onu öpsen, işte ne bileyim..."
Gözleri daha da büyüdüğünde "Yanağından da olur." dedim.
"Nora ne saçmalıyorsun?"
Kollarımı göğsümde bağlayıp tekrar sahaya döndüm. "Ne var canım öpsen, öpülmeyecek çocuk mu benim arkadaşım?"
"Öpen öpmüş onu."
Derin bir nefes alıp yanaklarımı şişirdikten sonra gürültüyle dışarı verdim. "Babama söyleyeyim de bari başka bir okul bakalım bana." dedim acıyla.
Sıla güldüğünde suratımı biraz daha astım. "Gül sen gül, kaç sayı fark varsa o kadar günü rezil edecek bize. Sabahlara kadar söylenecek, takıma antrenman üstüne antrenman koyacak, gecesi gündüzü basketbol olacak."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.