"Running out of time.
I really thought you were on my side.
But now there's nobody by my side."Zamanım fazla kalmadı.
Gerçekten yanımda olacağını düşünmüştüm.
Ama şu an kimse yanımda yok.🌸
Tavanla bakışmamızın 37. dakikasında, bakışlarımı komodinin üzerinde duran dijital saate çevirdim. 38. dakikaya girişimiz de tam bu anda oldu. Okul için hazırlanmam gerekiyordu, hazırlanmam içinse elbette ayaklarımın ucuna kadar ittiğim yorgandan ayrılıp yataktan çıkmam... Dersler bugün başlıyordu ama beş gündür yaptığım gibi kimseyi görmeden ve kimseyle konuşmadan tüm günü geçirmek istiyordum.
Herkes haklıydı... Haksız olan bendim, geri çekilmesi gereken bendim, onları rahat bırakması gereken bendim. Ben de öyle yaptım. Mert'in doğum gününün olduğu akşam eve döndüm ve beş gün boyunca her gün arayan Ekin dışında kimseyle konuşmadım. Ona da bir süre uzaklaşmak istediğimi söyledim ve beni gelip görme isteklerini bu nedenle reddettim.
Ege beni affetmeyecekti, Sıla beni hayatında istemiyordu... Ekin ve Mert ise ne yaparsam yapayım sevgilerini benden esirgemeyecekti biliyordum yine de kendimle başa çıkamıyordum. Kendimden de çıkamıyordum.
Yataktan kalkıp banyoya ilerledim. Derslerin başladığı günü ben de hayatımın geri kalan kısmının başlangıcı kabul edebilir miydim?
Duş alıp saçlarımı kuruttuktan sonra ince askılı, dizlerimin birkaç santim üstünde biten siyah bir elbise giydim. Pazartesi ve derslerin başlangıcı kesinlikle matem zarafeti hak ediyordu. Saçlarımı kremledikten sonra elimle şekil verip bugünlük ısı kullanma işini erteledim, tamam biraz da içimden gelmiyordu. Duygusal yoğunluğun fazla olduğu ve iç çatışmalarımın yine ayyuka çıktığı günler yaşıyordum. Makyajımı da özensiz görünmeyecek düzeyde yaptıktan sonra neyse ki akşamdan hazırladığım çantamı alıp siyah topuklularımı giydim.
Eh, ilk gün için fazla dikkat çekici olmasa da özenli göründüğüme emindim.
Babama yakalanmadan evden çıkmak için merdivenleri hızla indim. Günlerdir besinlerime dikkat ettiğim söylenemezdi, iştahsızlığımın geri döndüğünü bilmesine gerek yoktu. En azından şimdilik... Tabii uykusuzluğumun da... Neyse ki gözaltı kapatıcılarım oldukça iyi iş çıkartıyordu.
Bahçe kapısından çıktığımda taksi çağırmak için telefonu çıkarttığım sırada çok uzak bir geçmişte kalmayan anın içine yeniden düştüm.
Siyah, yere yakın araba tekerlerine sürterek önümde durduğunda, kapı açılmadan içinden Aybars Atahan'ın ineceğini biliyordum.
Ki öyle de oldu...
"Nora..." dedi, gözlüklerini çıkartıp mavi gözlerinin parıltısını özgür bırakırken. "Okula mı?"
Kaşlarımı kaldırdım, elimdeki telefonu çantama bıraktım ve Aybars'a döndüm. Onu çekecek ne gücüm ne de isteğim vardı.
"Ne istiyorsun?"
"Ama insan ortağına böyle davranır mı? Hem sana kahve aldım." Eliyle arabanın ön koltuğunu gösterdi.
"Çok incesin ama ben seninle ortak değilim," Yola doğru bir adım atacakken durdum. "Gerçi ince de değilsin, sahtesin."
"Ama olmuyor böyle, ne oldu senin kibarlığına? Hem biz verdiğimiz sözlerin arkasında dururuz değil mi?"
"Biz?" dedim, tamamen ona dönerken. "Aybars, gerçekten seni çekemeyeceğim"
"Sahiden, tek bir öpücük ile oyun dışı mı oldun?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.