"Göğsümdeki fırtınayı bilen yoktur dünyada.
Gün ağarır, ben giderim...
Dostum değil uykular."
"Bir hafta kaldı Ekin!" Omzum ve kulağıma arasında tuttuğum telefonu düşürmemeye çalışarak pudra pembesi minik sırt çantamın içine şarj aletimi koydum. "Yağız dikilecek tepemize biz daha arabayı bile satamadık."
"Güzellik sakin... Ben hesaptan 100 Bin çektim, o hazır. Senin arabayı da Hasan Abi en kötü 100'e bırakır. E sen hesaptan ne kadar çekebiliyorsun?"
Mutlu olduğum ve sakin hissetmek istediğim anlarda kullandığım parfümü bulmak için banyoya girdim. Şişelerin dizili olduğu kısmı hızla tarayıp pembe şişeyi alıp çantama attım. Burberry'nin sevdiğim tek üretimi bu koku olabilirdi, diğer her şeyi benim için biraz fazla sıkıcıydı.
"Nora!"
Ekin'in sesiyle parfüm odaklı aklım dağılıp konuya döndü. Sıkıntılı konulardan hoşlanmıyordum. 525 Bin bulmak ne kadar zor olabilirdi ki... Oluyordu işte!
"Kişisel hesabımda çok bir şey yok, İngiltere'de kolaylık oluyor diye oradan çekiyordum... Babama durumu çaktırmayacağız diye düştüğüm hallere bak." Kendi kendime söylenirken notebookumu açtım. "Şu an sana net rakamı söylüyorum. 127.300... Araba da 100.000 olursa 227.300 işte. Of!"
Çantamı kapatıp sırtıma taktığımda telefonu tutup omzumu rahat bıraktım.
"Tamam bende de 100 var, 327.300..."
Hilton banyonun kenarına yaslanıp dudaklarımı sarkıttım. "Kalanı nasıl bulacağız?"
"Bir haftamız var daha, sıkma canını, halledeceğiz."
Derin bir nefes alıp başımı arkaya atarak beyaz tavana baktım. Halledecektik, öyle değil mi? Biz bir arada olduğumuz sürecek halledemeyeceğimiz hiçbir şey yoktu. Ege yalnız değildi... Ekin vardı, Sıla ve Mert vardı, hatta Çisil vardı. Ben vardım! Ege'yi kimse gözden çıkaramazdı, kimse elinden sevdiği yerleri alamazdı... Mutlu olduğu yerde müziğini yapacak, barını işletecekti. Yağız Fırtına çıktığı çöplüğe geri dönebilirdi. Ege'yi yanına çekemeyecekti.
"Halledeceğiz." dedim kendimden emin bir tonla. "Seninle ben istersek her şeyi yaparız Ekin, sen bir insanın sahip olabileceği en sağlam arkadaşsın. Bunu çok az söyledim değil mi? Sen olmasaydın hep dizlerim kanardı, belki yine kanıyor ama sen çok güzel üflüyorsun yaralarıma."
"Shhh, ne oluyor kızım sana? Ne bu duygusallık?"
Dolan gözlerimin yaşa dönüşmemesi için sol elimi yüzüme doğru sallayıp gülümsedim.
"Nora," dedi Ekin benden ses gelmeyince ciddileşen sesiyle. "Ege'yi ya da seni hiçbir şeyin üzmesine izin vermem. Bir haftamız var, atla deve değil... Bulacağız kalanı."
"Tamam," dedim yerimden zıplayıp çıplak ayaklarımı soğuk fayans ile buluştururken. "Ege aşağıda beni bekliyor. Üç gündür garip aramız... Kötü değil de işte kırık. Bir an parça parça bakıyor gözlerime bir an sarılıp sıkı sıkı öpüyor, aklım şaştı benim de ne yapacağımı bilmiyorum artık."
"Kafası dolu..." diye açıkladı durumu Ekin. "Bırak döksün içini. Ne tutabildi ne bırakabildi.... Bırak biraz akıtsın zehrini."
"Bıraktım zaten. Parça parça bakmasın da elaları beni delik deşin etsin, dert değil. Gülüşünü özledim Ekin... Kahkahası eksilmiş. Ona bunu yapan herkesten nefret ediyorum, en çok kendimden."
"Saçmalama." Ekin'in keskin sesi telefondan kulağıma dolduğunda yatağın ucun oturdum. "Senin suçun değildi Nora, gitmen gerekti gittin. Bak döndün işte. Anlattın Ege'ye... O da zamanla çözecek içinde bazı şeyleri."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.