Geri döndüm.
İnsan en çok kalbini bıraktığı yere geri dönermiş. Kalbime geri döndüm.
Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm.
Demir sürgülü, siyah kapının önünde dururken aklımda tek bir neden vardı. Ege... Ege Fırtına.
Kapının hemen önünde durduğumda tereddüt ettiğim şey içeri girmek değildi, gözlerime değecek gözleriydi. Ya da değip değmeyeceği...
İki yılımı dolu dolu geçirdiğim okulun bahçesinde binaya doğru yürürken, kaçıp gitme isteğimin neden hala gün yüzüne çıkmadığını düşündüm. Sahi, arkama bakmadan kaçmak için hala ne bekliyordum? Onu.
Seçmelerin yapılacağını binanın giriş kısmındaki merdivenlere yaklaştığımda üzerime dönen bakışları, bir uğultu halinde yükselen konuşmaları ve bana dondurduğum hayatımdan tanıdık gelen simaları algılayabildim.
Olduğum yerde durup içinde bulunduğum anı tüm gerçekliği ile hissetmeyi beklemek istedim, bir de karşımdaki kapıdan çıkıp gelmesini.
Seslerin ona ulaşmasını ve asla kabul etmeyecek olsa da özleminin onu dışarı çıkartmasını bekledim.
Çıkartmadı.
Ondan, arkadaşlarımdan, kan bağımın olduğu herkesten, bu okuldan, şehirden ve ülkeden gittiğim gibi dönmem gerekiyordu.
Tek başıma.
Girişe doğru yürürken benim dışımda bir sesin, nefesin geldiğimi duyurmasını düşledim. Sıradan bir güne başlamış olmayı dilerdim, bir yıl öncesinden bir güne... Dersten iki saat önce gelmişim de antrenman yaparken Ege'yi izleyecekmişim gibi... Gerçeklik tüm berraklığı ile zihnimde parıldarken merdivenlerin ilk basamağına ayağımı uzatmıştım bile. Onu görmem lazımdı, her şeyden önemlisi ona dönmem lazımdı. Okula, şehre, ülkeye dönmemin bir önemi yoktu. Ona dönmediğim, dönemediğim sürece hiçbir yere dönmüş sayılmazdım. İkinci basamağa ulaştığımda, kilometrelerce koşmuş bir atlet gibi güçsüzdü ciğerlerim. Soluklanmam lazımdı, olduğum yerde durup bakışlarımı gökyüzüne çevirdim. Garip bir şekilde havanın akıbeti ne olursa olsun, gökyüzü beni sakinleştirirdi. Aydınlık ya da karanlık, bulutlu ya da açık, güneşli ya da yağmurlu ayırt etmeksizin gökyüzü göğsümdeki sıkıntıyı birkaç saniyeliğine de olsa dindirirdi. Derin bir nefes aldım. Gökyüzü tüm maviliği ile bulutları sarıyordu. Derin bir nefes daha aldım ve bu nefesim bana bugün yetmesini umdum. Nefesimi kesen gözlerle karşılaştığımda özellikle...
Kapının önündeki hareketlilik yavaş yavaş artarken, tanıdık simaların fısıltılarını duyabiliyordum. Merdivenin ikinci basamağında durup gökyüzüne gözlerini dayamış bir kız pek garip bir durum değildi. Garip olan, iki yıl boyunca okulda ismi 'çok duyulanlar' listesinden bir gün bile inmemiş olan o kızın bir yıl sonra ilk kez görünüyor oluşuydu, farkındaydım. Bir adım daha attığımda girişte bana hiç de yabancı olmayan bir sima belirdi, Mert. Gözlüklerini çıkartmıştı, saçlarının da modeli değişmişti artık daha kısa kullanıyordu ama yüzünde aynı sevecen ifade vardı. Beni görünce gözleri olduğundan bir kat büyüdü, dudakları aralandığında yanına görmekten çekindiğim ikinci isim eklendi, Sıla. Soru yağmurundan ve azar faslından önce gözlerimi değirmek istediğim gözlerin döndüğümü görmesi gerekiyordu. Mert bu konuda bana yardımı dokunacak tek isimdi ve şu an elinde tuttuğu telefondan yazdığı mesajın Ege'nin telefonuna ulaşmak üzere olduğunu tahmin etmek zor değildi.
Sıla'nın bakışlarından bana yansıyan kırgınlık, kızgınlık ve öfkenin suratıma çarpmak için kelimelere bürünmek üzere olduğunu da tahmin etmek zor değildi. Ama susuyordu. Ve Sıla susuyorsa, bu daha büyük bir kasırganın habercisiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.