Ekin'in muhtemelen ben uyurken evden getirmelerini istediği çantanın önünde durmuş, içindeki eşyaları misafir odasındaki yatağın üstüne saçıyordum.
Çantayı babamın hazırlattığı fazlasıyla belliydi. Dar bir kot ve üzerine siyah ince bir kazak giydim. Ayağıma düztaban siyah bağcıklı bez ayakkabıları da giydiğimde telefonu arka cebime sıkıştırıp saçlarımı atkuyruğu yaparken odadan çıktım.
Ege çıkış kapısının önünde dikilmiş sıkıntıyla ellindeki telefonu çeviriyordu, beni gördüğünde kapıyı açıp çıkmamı bekledikten sonra kapıyı kilitleyip anahtarı cebine sıkıştırdı.
Asansör hızla aşağı inerken dudağımı kemirip ayağımı sallıyordum. Ege de benden farksız değildi, onun endişesinin yanında öfke de vardı. Bir şey söylemiyordu, bir şey söylemiyordum. Asansörün kapısı açıldığında otoparka inmiştik. Siyah Jeep'in yanına hızla yürüdüğümüzde kapıyı açtı. Koltuğa oturmam ve kemerimi bağlamam ile gaza basması bir olmuştu. Sıla'nın bizi aramasının üstünden en fazla on dakika geçmişti. Pistin oraya ulaşmamız çok zaman almazdı ama Ekin'i Sıla bile durdurmamışsa bizim durdurmamız imkansızdı.
Ege'ye ve direksiyonu sıkı sıkıya kavrayan ellerine baktım. Kendini fazlasıyla sıktığından kol damarları belirginleşmişti. Çenesi kasılmış ve gözleri keskin bir şekilde önünde uzana yola kilitlenmişti.
Ege, Ekin gibi değildi. Ekin birine değer verdiğinde bunu herkes hissederdi, sadece o kişi değil. Ege daha korunaklı, daha sınırlı yaşardı. Dışarıdan bakan birine sorulsa Ekin, Ege'yi daha çok önemsiyor diyebilirlerdi ama alakası yoktu. Şu an burnundan soluyordu çünkü Ekin'e bir şey olma fikri bile onun için düşünülemeyecek kadar can acıtıcıydı.
"Sıla," dedim daha fazla susamayarak. "Tek miymiş?"
"Bilmiyorum." dedi, bakışlarını bana çevirmeden. "Bir şey söylemedi."
"Ekin Aybars konusunu neden bu boyuta taşıdıysa, hiç onun tarzı değil."
Ona değil de daha çok kendi kendime söyleniyor gibiydim. O da bir şey demedi zaten.
Yol boyunca başka bir şey demeden dizimi sallayarak dışarıyı seyretmiştim. Ekin'in döndüğüm gün beni getirdiği yere geldiğimizde aynı yarış pisti olduğunu anladım. Tek fark vardı bu kez oldukça fazla insan ve araba vardı. Ege insanların arkasında bir yerde durduğunda kapıyı açıp aşağı zıpladım.
Ege yanına ulaşmam için birkaç saniye bekledikten sonra kalabalığa doğru yürüdü. Ekin'i göremiyordum, kırmızı Maserati de ortalarda yoktu. Aybars'ın da olmadığını fark ettiğimde panikle öne doğru ilerledim. Çoktan başlamışlar mıydı?
"Sıla!" diye bağırdım, kalabalığın kenarında göğsünde bağladığı kolları ile bize arkası dönük bedeni gördüğümde.
Sıla bize döndüğünde hızlı adımlarla yanımıza ulaştı.
"Durduramadım." dedi Ege'ye bakarak.
"Olay bu noktaya nasıl geldi?" diye sordum.
Bakışları bana döndü. Endişeli görünüyordu ama daha önemlisi öfkeli değildi, korkuyordu.
"Aybars aradı beni, buraya gelmemi söyledi. Geldiğimde Ekin ile araçlara binmişlerdi bile." Bakışları Ege'ye döndü. "Ben de seni aradım işte." dedi, elini Ege'ye doğru savurarak. "Beni dinlemedi bile."
Kaşlarımı çattım. Pek Ekin'e göre bir hareket değildi.
"Sıla," dedim, temkinli bir sesle. "Aybars, Ekin'e bir şey söylemiş olabilir mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.