"Melissa," dedim bar tezgahına biraz daha yapışıp öne doğru eğilerek. "Kurcalamasana, şimdi gelecek Ege kızacak."
"Of o da yakışıklı olduğu kadar huysuz."
Yanaklarıma doldurduğum nefesi sesli bir şekilde dışarı savurdum. "Melissa diyorum." dedim tekrar sessiz tutmaya çalıştığım sesimle.
"İthal mi bu?" dedi elindeki şişeyi bana doğru kaldırdığında.
"Evet, Polonya votkası." dedi Ege.
Hızla tezgahla girdiğim gereksiz samimiyetten uzaklaşıp başımı ona çevirdim. Odasına çıkılan arka kısımdan gelmiş tezgahın arkasına geçiyordu.
"Aaaay, güzel mi peki?" diye sordu Melissa manasız bir heyecanla.
İçki içmezdi ki o. Kalorisi olduğunu bilse su bile içmezdi. Votka içeceğini hiç sanmıyordum, keşke içseydi ama henüz mümkün değildi.
"Güzel," dedi Ege gözlerini kısarak gülümserken. "Denersin akşam."
"7/24 barda olmak çok eğlenceli..." dedi neşeyle. "Bir sürü içki var bir sürü..."
"Sen ne seviyorsun, favori içkin ne?" dedi Ege, tezgahın arkasını toplarken bir yandan tezgaha oturan Melissa'ya bakarak.
Melissa'nın çaprazıma oturmuş olmasına rağmen Ege gözlerini itina ile benden kaçırıyordu.
Bana o şiiri yollamıştı ama affetmemişti. Bana bırakmamak üzere sarılmıştı ama affetmemişti. Bana 'kal' demişti ama affetmemişti.
Dünya üzerindeki en dengesiz adama geri dönülmez bir biçimde aşıktım, ne hayat ama!
"Su." dedi Melissa. İki elini birden tahta tezgaha yaslarken omuzlarını dikleştirmişti, bir yandan ayaklarını sallıyordu.
"Su," diye tekrarladı Ege, kaşlarını kaldırırken. "Daha önce denk gelmediğim bir favori içecek."
"Evet, sıfır kalori."
Ege'nin biraz önce kalkan kaşları endişe ile indi. Gözleri tek seferde beni bulduğunda bakışlarındaki sessiz soruyu sesli olarak duyabiliyordum.
Gözlerimi iki kere kapatıp açtığımda düşen ifadesini toparlayıp gülümsedi.
"Üstelik sağlıklı." dedi gözleri tekrar Melissa'yı bulunca.
Melissa biraz önce garipleşen havadan hiç etkilenmemiş gibi gülümseyerek başını salladı.
Barın giriş kapısı açıldığında başımı olduğumuz yere yaklaşan adım seslerine doğru çevirdim. Gelen Ekin'di... Gerçi Ekin olduğunu kanıtlayan tek şey bedeniydi.
Ona ne olmuştu?
"Ekin," dedim panikle oturduğum tabureden inerken.
Saçları karışmıştı, üzerinde buruşuk gri bir tişört ve yakası düzeltilmeye gerek görülmemiş siyah deri ceket vardı. Yüzündeki ifade her neden kaynaklanıyorsa iyiye işaret değildi.
Yanına ulaştığımda tam önünde durup kolunu tuttum. "Ekin." dedim tekrar. Bana bakmadı, ilerlemedi de. Öylece durdu.
"Ekin ne oldu?" dedim, panikle.
"Yok bir şey..." dedi, yüzüme bakmadan.
Neden yüzüme bakmıyordu?
Sarsılmış gibi değildi, sarsıntının ta kendisiydi.
"Ekin." diyebildim yine sadece.
Başını kaldırmadan öne doğru bir adım attığında önüne geçtim. Avuç içlerimi yanaklarına yaslayıp başını kaldırdım. Gözleri donuktu. Ekin her zaman bir duygu belirtirdi bakışlarında.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İLKYAZ
General FictionGeri döndüm. Tek tek söküp attığım ne varsa, üstüme bir bir diktim de döndüm. Kalbime geri döndüm.