UMARIM BEĞENİRSİNİZ. YORUMLARINIZI ESİRGEMEYİN.🙏♥️13.BÖLÜM "UMUT"
Bir insanın çok güçlü olduğunu düşünebilirsiniz. Hiç yenilmeyeceğini. Güçlü bakışlarla hep dimdik, hep ayakta kalabileceğini.
Ama böyle bir şey yok.
Bir insan nasıl etten, kemikten, kandan oluşuyorsa aynı şekilde duygulardan, düşüncelerden de oluşuyordu ve bu yanlarımız bizi her an kırılmaya ve yenilmeye meyilli varlıklar yapabiliyordu.
"Burak!" dedim zar zor açık tutabildiği gözlerinin içine içine bakarak. Bana bir tepki vermesini istiyordum. Her an derin bir uykuya dalabilecek gibi duruyordu.
"Beni duyabiliyor musun?" Avucuma hapsettiğim elini ve tutsun diye parmaklarımı parmaklarına geçirdim ama parmaklarının ne kadar güçsüz olduğunu titremesinden anlayabiliyordum.
"Ece." diye fısıldadı. Sesi öylesine kısıktı ki bulunduğumuz yer sessizliği böylesine emmiş olmasaydı onun sesini asla duyamazdım. Dudaklarının hafifçe hareketinden ibaretti tüm sesi.
"İyi olacaksın." diye fısıldadım kulağına doğru. İyice yüzüne doğru eğilmiştim. Sonra bir anlığına gözlerini açtığını gördüm. Göz göze geldik.
"Hayal mi görüyorum." dedi. "Hayal misin?"
Başımı iki yana salladım. "Gerçeğim, buradayım."
Ve ona böylesine yakınken gözlerimden akan birkaç damla gözyaşım burnumun kenarından hızlıca kayıp onun beyaz gömleğinin yakasına düştü. Ağlıyordum.
Bir insanın fiziksel acısı başka bir insanın ruhunu acıtabilir miydi?
O acı eğer bedenin ötesindeyse, içerde bir yerlerdeyse, ruha dokunarak orayı mahvetmek üzereyse başka ruhlar da acı çekerdi.
On iki yaşında olmalıyım. Ortaokuldaki ilk yıllarım. Öylesine fazla yağmur yağıyor ki, bir önceki yılın kuraklığının acısını çıkarmak istiyor gibi doğa. Gökyüzü tüm bulutlarına cömert olmalarını söylemiş sanki. Yoldaki çukurlar suyla dolmuş. Çukura girip çıkan her şoförün dudaklarından küfür döküldüğüne eminim. Yol kenarları da gölü anımsatıyor adeta. Yolun bir kenarından diğer kenarına geçmek için dizime kadar suya batıyorum. Gri kilotlu çorabım ıslanmış, annem tüm ısrarlarına rağmen botumu giymediğim için beni haşlayacak.
Bir an önce eve gidip üzerimi değiştirmek ve televizyondaki o zamanlar epey ünlü olan giyim programlarından birini açıp sıcak sobanın başında onu izlemek istiyorum. Biliyorum, epey zaman kaybı onları izlemek ama garip bir tatminlik hissi veriyor bana. Hayatın bazı boşluklarını dolduruyor, kafamı dağıtıyorum. Ya da ben öyle olduğunu zannediyorum. Aslında farkındayım, sadece zannetme aşamasında olmak vicdanımı daha az acıtıyor. Televizyonun başında geçirdiğim her bir saniye tamamen zaman kaybı.
Sonunda televizyonu kapatıp gerçek dünyaya döndüğümde içimdeki pişmanlık bunu göstermiyor mu? Ya da ne bileyim, şöyle de olabilir. İnsanlar öyle bir şiddetle yaklaşıyorlar ki etraftaki her şeye, sonunda zaman kısacık, her şey değersiz, insanlar gelip geçici ve kısacık zevkler önemsiz, tamamen önemsiz... Ve ben de kısacık zevkli anlarımdan pişman oluyorum günün sonunda. İçimdeki büyük pişmanlıkla masanın başına ders çalışmaya gittiğimde bile pişmanım.
Eğer bana öğüt veren onca büyüğümü, annemi, babamı, öğretmenimi, hele hele her şeyin en iyisini bildiği gibi davranan akrabalarımı dinleseydim şimdi birkaç konuyu bitirmiş, testlerimi çözüyor olurdum. Ah, eşek kafam. Ama umutlarımın hepsi henüz tükenmiş değil, yarın böyle olmayacak diye kendimi öğütleyerek derse devam ederim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİ UMUTLAR
Lãng mạnEce için yeni okul, yeni şehir ve yeni arkadaşlıklar demekti. Yeni şehrini sevdi, birkaç kişi dışında yeni arkadaşlarını da. Birisi için hissettikleriyse çok farklıydı. Kendisini sevdiğine inandırdiğı bir sevgilisi olsa da buna engel olamadı. Ama ha...