İyi okumalar diliyorum.
Lütfen oy vermeyi ve bol bol yorum yapmayı unutmayın.
Yeni bölümler ilgililer arttıkça daha hızlı gelecektir.
26.BÖLÜM "KENDİNİ BUL"
"Bu kadar kısa sürede... Yani nasıl gelebildin?"
"Trafik kurallarını ihmal ettiğimi sana söyleyecek değilim." dedi arabayı sürmeye devam ederken. Gülümsüyor olsa da bundan pek memnun kalmamış gibi yüzünü ekşitti.
Tebessüm ettim. "Senden hiç beklemezdim." dedim abartılı bir tavırla. Ama bence kınarcasına abartılmaya yatkın bir davranıştı yaptığı. Normal bir zamanda olsaydık ona kim olduğuna bakmadan azarı çekerdim. Dayanamadım zaten de. "Kurallara uymayanlara her zaman sinir olmuşumdur." diye iç çekerek tepkimi belirttim. Burak arabayı yavaşlattı ve durdu. Ona bakmıyor olduğum için bir an şaşırarak başımı kaldırıp etrafa baktım. Alınmış mıydı yoksa? Kırmızı ışıkta durduğumuzu gördüğümde Burak'a baktım. Hiç alınmışa benzemiyordu. Gözleriyle ışıkları gösterip gülümseyerek omuz silkti.
"Ben de sevmem zaten. Ama insan bazen değer verdiği kişiler uğruna sinir olduğu durumlara düşmekten geri durmaz."
Ne diyeceğimi bilemeden ona bakakaldım, ağzım hafif açık bir şekilde hem de. Sanırım böylesi ani itiraflara alışmam gerekiyordu.
"Yine de," dedim başımı çevirip önüme bakarak "sen trafik kurallarına uymaya bak. Sonuçta yolda karşına ne çıkar bilemezsin."
"Haklısın." dedi. Sesi aşırı keyifli geliyordu. Gülümsediğini bakmasam bile anlayabiliyordum. "Yaşamak istediğim uzun bir hayat var."
Yutkundum. Bir şey söyleyemedim. Yaşamak istediğim diyordu. Kiminle yaşamak istediğini sormak istiyordum ama yanlış anlama ihtimalimden mi yoksa cesaretsizliğimden mi bunu yapmadım. O keyfi yerinde bir şekilde arabayı sürmeye devam ederken ben hızlanan kalbimi bir nebze yavaşlatmak için derin nefesler alarak susmaya devam etti.
Biraz önce, arabaya binmeden evvel, beni sarıp sarmaladıktan sonra biraz öyle durmuştuk bir banka oturarak. Burak üzerimdeki kıyafetlerdeki nemliliği fark etmiş, kolay kolay sinirlenmeyen yapısına rağmen kaşlarını çatarak karşılık vermişti bana. Ardından hemen arabaya geçmiştik ve bana kalın bir örme ceket uzatırken bir yandan da arabanın klimasını açmıştı tüm itirazlarıma rağmen. Üşümediğimden emindim, ayrıca hava da soğuk değildi. Ama beni dinlemedi hiçbir şekilde. Ardından itiraz etmeye son verip onun olduğunu kokusundan anladığım krem cekete iyice gömülmüş, o arabayı sürerken yolu izlemiştim sessizce.
Hala İzmir'deydik ve sanırım Burak şu an şehrin dışına değil de daha merkezi bir yere sürüyordu arabayı. Nereye gideceğimizi bilmediğimden başımı ona doğru çevirerek "Nereye gidiyoruz." dedim.
Sanırım trafikte daha fazla kural ihlali yapmak istemiyordu ki yoldan gözünü ayırmadan, "Karnımızı doyuracağımız bir yere." dedi. İtiraz etmek için ağzımı açmaya yeltendiğimde bir saniye kadar bana baktı ve göz göze geldik. "Çok açım Ece." dedi. "Ayrıca ek yemek yemekten de nefret ederim."
Böylece yemek teklifini reddedeceğim tüm yolları kapamış oldu ve biz Burak'ın sanki daha önce gelmiş gibi konumuna dahi açıp bakmadığı bir yere geldik yaklaşık yarım saat sonra.
Araba renkli çiçeklerle kaplı bir bahçenin önünde durduğunda ikimiz de indik arabadan. Burak arabanın önüne kadar yürüyüp usul adımlarla yürüyen beni bekledi. Sonra ikimiz yan yana çiçek bahçesinin ortasından renkli ışıklarla aydınlatılmış mekâna doğru yürümeye başladık.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİ UMUTLAR
Lãng mạnEce için yeni okul, yeni şehir ve yeni arkadaşlıklar demekti. Yeni şehrini sevdi, birkaç kişi dışında yeni arkadaşlarını da. Birisi için hissettikleriyse çok farklıydı. Kendisini sevdiğine inandırdiğı bir sevgilisi olsa da buna engel olamadı. Ama ha...