Merhaba arkadaşlar, yeni bir bölümle karşınızdayım.
Hikayeye geçmeden belirtmeliyim ki bölümün sonuna doğru öhö öhö... Bir tık +18 sahneler var. Okumak istemeyenler için söylemek istedim...
Lütfen düşüncelerinizi belirtin ve yıldıza dokunun. Zira derslerden kalma riskini göze alarak çok fazla ders çalışamıyor, babam duymasın, size bölüm yetiştirmek için çabalıyorum.
Öpüldünüz, iyi okumalarr😜😋
33.BÖLÜM "BİR KÜS, BİR BARIŞIK"
Zaman akıp gidiyordu umarsızca. Ama bazen bu kolay, bazen de zor oluyordu. Acılar zamanı yavaşlatırdı, sevinçlerse hızlandırır. Acı çekenin daha çok yaşadığını söyleyen yazar haklıydı belki de. Acı çekiyordum ve zaman damarlarımda akıp gitmeyen bir zehir gibi beni kıvrandırıyordu.
Onu özlüyordum. Sözünde durmuştu, benden uzaktı. Günlerdir onu görmüyordum. Kaç gün? İki, üç... Bilmiyorum. Sanırsam takvimden sayfalar çok da eksilmedi ama içimde bir şeyler eksildi. Mutlu değildi ve huzurlu da. Ama her şeyden önce yine onun bana verdiği başka bir söze tutunuyordum. Bana beni asla bırakmayacağını söylemişti.
Sarıkız'a bu sabah erkenden gelmiştim. Kafeyi ben açmıştım bir nevi. İçimde aptalca bir umut vardı, Burak'ın buralara uğrayacağına dair bir umut. Çünkü sarıkız her defasında bizi birleştirmişti, onunla ilk burada tanışmıştım öyle değil mi? Ah geçmiş zaman, onu tanımadan önceki o zaman. Geçmişteki o kız ne kadar da bahtsızmış ve ne kadar da şanslıymış.
İçim gidiyordu. Onu görmek istiyordum, ona sarılmak istiyordum. Yanına gitmemek için bir sürü neden sayarken, kalbimin haykırdığı o tek sebeple az daha evinin yolunu tutacaktım. O sözleri söyleyip de arkasını dönüp gittiği andan beri bu böyleydi.
Hiç iz bırakmadan kurulayıp temizlediğim son bardağı da tezgaha koyduktan sonra kendime keskin bir kahve yapıp masalardan birine geçip oturdum. Altı mor halkalarla çevrili gözlerim yorgunca duvardaki dekor saate kaydı, kolumu kaldırıp kol saatime bakacak mecal bile yoktu bende, o dereceydi. Saat henüz sekiz olmamıştı.
Gözlerimi yorgunca birkaç kez daha kırpıştırıp kahvemden büyük bir yudum aldım. Yeni kaynamış suyla yaptığım kahve dilimi anında yaktı. Önemi yokmuş gibi hiç tepki vermezken gözlerim doluvermişti bile. Ama durmadım ve bir büyük yudum daha aldım. Gözlerimden yaşlar akıyordu ama bir dakika boyunca o yaşları silmeden kahvemi yudumlamaya devam ettim. En sonunda yüzümü kaplayan tuzlu yaşlar sabahın serinliğinde yel gibi yüzümü yıkadı, üşüdüm. Bahar havası, sabahı ve gecesi serin olurdu. Ceketime iyice sarılıp yüzümdeki yaşları sildikten sonra sıcak kahve kupasını iyice avucuma yerleştirdim.
Önümde bir kitap açılıydı.
'Vadideki Zambak.'
Henüz okumaya yeni başlayacaktım. Bir kitaba ilk defa başlarken içim kıpır kıpır olur normalde ama içime çöken sıkıntı kitap kapağını açtırmayacak tarzda. Yine de öylece durup boşluğu seyretmek yerine kalın bez kapağı usulca çevirip ilk sayfadaki alıntıyı mırıltıyla okudum.
"Çok acı çeken insan, çok yaşamış demektir."
Dudaklarım hafifçe iki yana kıvrıldı.
Çok acı çekmiş miydim bilmiyordum. Yürüyeceğim yolları, ne kadar daha yürüyeceğimi bilmiyordum. Acı ne bilmiyordum.
Kalbimi delip geçen bir duygu mu yalnızca yoksa beni büyüten, olduğum kişiye dönüştüren zamanın içinde barınan ve zaman zaman rastlayıp tadına baktığımız bir olgunluk meyvesi mi?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
YENİ UMUTLAR
RomanceEce için yeni okul, yeni şehir ve yeni arkadaşlıklar demekti. Yeni şehrini sevdi, birkaç kişi dışında yeni arkadaşlarını da. Birisi için hissettikleriyse çok farklıydı. Kendisini sevdiğine inandırdiğı bir sevgilisi olsa da buna engel olamadı. Ama ha...