Gece göğünün altında yıldızları seyre dalmışken gözlerinin ferine akın eden bir çift kırmızı göz,odağını mesken tutarak dikkatini dağıtmıştı. O kadar hasretti ki onun olan herşeye. Kokusuna, gülüşüne, dokunuşuna, konuşmasına hatta nefes alışına dahi muhtaçtı yüreği. Yine hayali sardı bedenini. Güldüğünde ifadesine yerleşen huzuru izlemeyi dahi özlemişti. Yattığı yerden doğrulurken pek tedirgin olmasa da on metre uzağında bulunan korudan işittiği seslerle ayaklandı. Gecenin gündüze uzak olduğu bu vakitte vadiye kimse inmez, özellikle koruya kimse adımını dahi atmazdı. Sessiz adımlarını bir kadının çığlık çığlığa yakarış nidalarına çevirirken kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Yaklaştıkça yardım dilenen ve yalvaran kadının sesine küfür sesleri de katılmıştı. Sağ ayağını telaşla koruya atmasıyla gördüğü manzara içler acısıydı. Üzerinde ki kıyafetler paramparça edilmiş, akranı olan genç bir kadını iki kişi kollarından zapt etmek ve üçüncü bir kişi bacaklarının arasında bir vaziyette iken esir etmişlerdi. Tecavüz. İğrenerek belinde bulunan kamayı sağ elinin parmakları arasına sıkıca yerleştirdi. Hayvani hırıltılarından ve kadının çığlıkları yüzünden geldiğini görmeyen adamlara yaklaştı usulca. Onu ilk gören kadının sağ kolunu tutan adamdı. Küfürler savurarak üzerine atıldığında ileri savurduğu kaması gırtlağına girmişti. Boğazından fışkıran kanlar eşliğinde hırlayarak yere yığılmasıyla diğer iki adam kısa süren şokun etkisinden arındı ve üzerine gelmeye başladı. İkiye bir dövüşmek hoşuna gitmese de üzerine gelen iki ayı yarmasını güç bela atlatıp sırtlarının kalp hizasında bıçaklarını gövdelerine saplamıştı. Ani gelen acının etkisiyle vahşi hayvanlar gibi canlarının derdine düşen adamların savurmasıyla yerde yatan kadının yanında yerini aldı. İki yarma üzerine gelirken panikle ne yapacağını bilemedi. Nitekim sol kolu dirsekten yukarı sızlıyor ve hareket ettiremiyordu. İncinmiş olduğu gerçeği zihnini doldururken adamlardan biri saçlarını kuvvetle kavrayıp ayağa kaldırmıştı onu. Lağım çukurunun dahi hoş koktuğunu düşündürten iğrenç nefesi suratına çarparken öfkeli bakışlarını adama sabitledi.
‘Seni elimizden kim kurtaracak, küçük orospu. Eğlencemizi böldüğün için şimdi bu kadının yerini sen dolduracaksın’.
‘Kadını bırakın. İstediğinizi yapmakta serbestsiniz. Sizi zevke boğarım dedi iğrenç gülüşüne aynı nitelikte bir bakışla karşılık verirken.
‘Bak sen, küçük orospumuz deneyimli çıktı, iyi mi? Zabit kadını bırak. Yeni oyuncağımızın tadını çıkaralım’. Demesiyle serbest kalan kadın çıplaklığına aldırış etmeden koşarak yanlarından uzaklaştı. Yeterli mesafeye ulaştığını düşündüğü an havada sallanan sağ ayağını hala saçlarını kuvvetle tutan adamın hayalarına geçirdi. Adam acıyla yere kapaklanırken özgürlüğün getirdiği çeviklikle yerde duran kamaları aldı. Önce arkasında kalan adamı gırtlağını kesmek suretiyle öldürdü. Akabinde yerde kıvranan adamın kafasını saçlarından kavrayarak kurbanlık hayvan gibi boynunu meydana çıkarttı. Bıçağı sert bir darbe ile boydan boya boynuna sürttü ve adam kendi kanında inleyerek boğulurken son can kırıntısı iğrenç bedenini terk edene dek izledi eserini. Cesetleri ne yapacağını pek umursamıyordu ancak geride iz bırakmayı da sevmezdi. Pantolonun cebinden çıkarttığı çakmak ve her daim yanında bulundurduğu küçük alkol şişesini bir araya getirdiği cesetlerin üzerine boca etti. Yazık olacak dedi elinde ki kıymetli zippo çakmağına bir süre bakarak, akabinde alev almasını sağladığı zippoyu cesetlerin üzerine fırlattı. Alkolün de etkisiyle bir anda harlanan alev dakikalar içerisinde üç cesedi de hak ettikleri çirkin görünüme büründürmüştü. Keşke dedi içinden canlı canlı yaksaydım. Uzun zamandır yanan bir insanın çığlıklarını duymamıştım. Kıkırdadı istemsizce. Bir ara muhakkak yapacaktı. Nitekim dünyada bunlar gibi pislikler tonlaydı. Cesetleri arkasında bırakarak geldiği yöne doğru döndü. Adımları aheste ve vakurdu. Düşünceleri ve kalbi bıkkın ve umutsuz. En sevdiği vakitte sevdiği adamın hayalinden eden olayın vuku bulması ruhunu öfke ateşine salsa da kolay av olmaları keyfini yerine getirebilecek bir detaydı. Koruluktan çıkması beş dakikasını alırken gözleri beyninin içerisinde zil çaldıran yoğun hisle az önce bulunduğu konumda tepenin üzerinde ki siluete takıldı. Dudakları şeytani bir mimikle yukarı kıvrılırken gülümsemesi yüzüne yayıldı ve kıkırdadı. Yeni bir av ve adrenalin dolu bir an yüreğini hoplatırken adımları içgüdüsel olarak hızlandı. Yaklaştıkça tüm hatlarıyla belirginleşen bu silüet bir erkeğe aitti. Onu fark etmemiş gibi duruşu dik ve vakurdu. Aralarında iki adımlık bir mesafe kala gözleri birleşti. İrkildi. Birkaç adım geri sendelerken dik durmak adına ayaklarını zemine sert bastı. Göz teması kesilmezken kendi aksine karşısında donuk bakışlarıyla onu süzen adamın varlığı kalbine bir hançer saplanmışçasına burukluk ve keskin bir acı hissettiriyordu. Bu vakitte, üstelik sadece belirli bir sınıfın ki toplumsal düzende en alt tabaka olan bu muhitin sınırlarına girmiş olması ilgisini cezbederken adamın tüm bedeniyle bulunduğu yöne dönmesi paniklemesine neden oldu. Ona bu kadar yakınken nasıl sakin kalabilirdi zaten. Kaçmak istedi. Ancak bedeni bu emre itaat etmeyerek olduğu yere daha güçlü bir şekilde sabitlendi. Uzun adımları aheste olsa da tam yedi adımla burnunun dibine kadar gelmişti. Başını ağır ağır yukarı kaldırdı. Tedirgindi ancak önünde duran adamın nefes alışları sakin ve düzenliydi. Gözleri yeniden buluşurken korktuğunu hissettirmemek adına ifadesini sabit tutmak oldukça zor oluyordu. Şüpheci bakışları bir süre daha üzerinde dolaştı. Akabinde nükteli sesi kulaklarını doldurdu kalbi çarpıyorken.
‘Üç kaçağı arıyorum. Buralarda yabancı kimse gördünüz mü,bayan’? Ciddi miydi? Evet. Ancak o sorusundan çok sesine ve dudaklarında ki kıpırtıya dikkat kesilmişti. Erkeksi kokusu genzini yakıyor,rüzgar esip kokusunu duyularına taşıdıkça içinden kendine küfürler savuruyordu. Adam bir kez daha, sorusunu daha güçlü bir vurgulamayla yinelediğinde derin birkaç nefes çekti ciğerlerine. Bakışları yüzüne yayılan masum gülümsemeye eşlik ederek parıldadı.
‘Hayır,bayım görmedim’. Masum ifadesini bozmamaya özen gösteriyordu fakat adam o kadar katıydı ki sonuç değişir mi emin olamadı.
‘Benimle gel’ dedi bas sesi yükselirken adımlarını arkasında ki koruya çevirmişti. Anlamıştı. Yanık kokusunu duyumsamış olmalıydı. Nitekim kıyafetlerine kan bulaşmaması için saf ettiği çaba sebebiyle temiz görünüyordu. Tedirgin adımları onu isteksizce takip ederken nasıl kaçıp kurtulacağını düşünüyordu. Bu umudunu kıran cümlesi ona yönelikti.
‘Kaçmayı aklından bile geçirme,küçük’. Kelimelerinin ardında ki gizli imayı kaçırmadı kulakları. O krallığa bağlı hatta bizzat kralın şahsi korumalığını yapan nam-ı yayılmış güçlü bir askerdi. Onu ilk kez gördüğü anı anımsadı. Üzerinden koca üç sene geçmişti. Ve şimdi yeniden bu denli yakınındayken kaçma düşüncesi bile ürkütücü geliyordu.
‘Hayır,efendim. Kaçmayacağım’ dedi heyecanını belli etmeyen tekdüze bir ses tonuyla. Bir an omuzunun üzerinden bakışları ona döndü. Buz gibi soğuk bakışlar saliselik süzdü ve terk etti bedenini aynı hızla. Bir şey söylemedi. Zaten az önce üç adamı yakarak katlettiği alana gelmişlerdi. Adımları duraksayınca o da durdu. Bakışları neredeyse tamamen yanmış, geriye kömür karası insan bedeni olmaktan uzak şekilsiz gövdeleri bulunca gülümsemesine engel olamadı. Şu an ki tek pişmanlığı onları canlı canlı yakmamaktı. ‘Neden gülüyorsun’? Sorusuyla kendine gelen Sahra masumiyeti takındığı ifadesiyle adama çevirdi bakışlarını.
‘Sanırım aradığınız adamlar bunlar. Biri sizden önce davranmış,efendim’. Şüphelenmiş miydi? Kesinlikle. Keskin bakışları üzerindeydi nitekim.
‘Bunu sen mi yaptın’ diye sorunca gülümsemesi yüzünde dondu. Ne diyecekti ki? İnkar etmeli miydi?
‘Neye dayanarak söylediğinizi anlamadım,efendim’ dedi sorarcasına.
‘İnkar mı edeceksin,küçük’ derken tek adımda arada soluk mesafesi dahi kalmayacak şekilde yaklaştı. Nefesi saçlarını uçuşturuyorken öfkesi hissedilebilir derecede yoğundu. Ancak yine de başını kaldırdı ve pervasızlığı yerleştirdiği gözlerini onunkilere sabitledi. Ay ışığının dahi giremediği bu alanda parlayan gözleri kırmızıya çalıyordu. Bir süre sessizce süregelen bu teması yine onun nükteli sesi bozdu.
‘Adın ne senin,küçük’?
‘Sahra,efendim’ dedi düşünmeden kayıtsızlık maskesini takındığı sesiyle.
‘Pekala,sahra. Gecenin bu vaktinde burada ne aradığını merak ettim’. İfadesizliğin silinmediği yüzünde hiçbir mimik ya da kas hareket etmiyordu. Pürüzsüz cildi parlayan kırmızı gözlerinin ışığı ile daha da büyüleyici olurken yeniden gülümsedi.
‘Sadece dolaşıyordum,efendim’ demesiyle beraber ne kadar sürdüğü belli olmayan göz teması devam ediyordu, alay ve memnuniyet kırıntıları ile beraber gözlerinde ki parlak kırmızı, ateş kırmızısına meyil ediyordu.
‘İşini yarım bırakan insanları hiç sevmem’ dedi soğuk sesiyle. Döndü ve bu dönüşle kalbinin kriz geçirmesine sebep olan bakışları da arkada ki kokuşmuş manzaraya takıldı. Sağ eli ağır bir hareketle göğsüne yakın bir pozisyona dek yukarı kalktı. Akabinde bir parmak şıklatması saniyesinde önünde duran kömürleşmiş cesetleri yeniden aleve verdi. Gözleri hayretle irileşirken az önce yaptığı hareketin manasını kavraması uzun sürmüştü. Ateşi kullanıyordu. Ona hükmediyordu.
‘Bu,bu inanılmaz bir şey’ dedi heyecanına binaen yükselen sevinç dolu sesiyle, manzarayı daha iyi görebilmek adına adamın yanına geçti. Hayran bakışları sadece bir an yanında duran ifadesiz adama değip gerisin geri yanan cesetlere döndü. Öyle yoğun yanıyordu ki alevler başlangıçta kırmızı iken şimdi maviye dönmüştü. Kalan korlaşmış ceset kalıntıları küle dönüşüp rüzgarla savrulana dek izledi mavi ateşi.
‘Evine git,küçük’. Bas sesi bir kez daha kulaklarını doldurduğunda çıkabildi hipnotize olduğu görüntünün içerisinden. Telaşla bakışları sağ yanına kaydı lakin orada değildi.
‘Bayım’ derken artan sesine heyecanının yansımasına engel olamamıştı. Duraksaması ile koşarak yaklaştı yanına. Bir yanıt alamadı sadece durması bile mucize zaten diye düşünürken ne diyeceğini bilemez bir halde kalakalmıştı karşısında.
‘Çabuk söyle,küçük. Seninle uğraşacak vaktim yok’.
‘Bana da öğretin’ dedi tek solukta anın telaşıyla. Çünkü biliyordu ki giderse bir daha onu asla göremez ve bu fırsatı tekrar yakalayamazdı.
‘Hayır’. Sol elini omuzuna yerleştirip kenara çekilmesini sağlarken kurduğu tek kelimelik, içerisinde umudu paramparça eden en ağır manaları taşıyan kelamıyla yıktı hayallerini. Donup kalan bedenine isyan eden yüreği dahi komutlandıramadı kaslarını. Adını bilmediği adam uzaklaşırken kilitlenmişti bedeni. Durmalıydı. Durdurmalıydı bir şekilde.
‘Dur’diye bağırdı duyabileceği bir tonda. Durmadı, ‘Ne yani işini yarım mı bırakacaksın,kralın askeri? Aradığın adamları öldüren benim. Gel ve beni tutukla’. Cümleleri havada süzülüp hedefine ulaştığı anda adımları yavaşladı ve nihayetinde durdu.
‘Evine git,kadın’ derken bile yüzünü dönmemişti.
‘Hayır. Ben bir zanlıyım. Beni tutuklayacaksın,kralın askeri’. Her kelimeyi adeta heceleyerek tane tane sarfetti. Ağır adımlarla ona ulaşmasına binaen tamamlamıştı konuşmasını. Önüne geçti ve ellerini bileklerinden kırarak yukarı kaldırdı. Kararlı bakışlarını onun donuk gözlerine sabitledi.
‘Durmam,kralın askeri. Sen bana öğretene dek sonucunda ölüm bile olsa durmam. Ya beni kabul et ya da zorla yaptıracağım’.
‘Geri çekil,çocuk. Bu gece üç kaçak yakalandı. Kralın askeri onları bir kadına tecavüz ederken yakarak öldürdü,Mimikleri mümkünmüş gibi daha da katılaşırken üzerine doğru hafifçe eğilmişti. İfadesiz yüz kasları tek bir kez dahi hareket etmeden tamamladı konuşmasını ve ekledi yanından geçip giderken,Evine git çocuk. Hayalini kurduğun dünya sana göre değil’. Keskin ve net sesi bu gece burada olan katliamın sorumluluğundan münezzeh kılıyordu Sahra’yı. Başka olasılık yoktu. Buna olanak tanımıyordu sert bakışları.
‘Bunu görevini kötüye kullanan bir asker mi söylüyor! Korumana ihtiyacım yok,kralın askeri. O adamları öldürürken aldığım haz gibi, amacım uğruna canımdan feda etmek de zevk verecek bana. Ya sen bir masumun hayatını etkilediğin için pişmanlık duymaz mısın’? Bıkkın ve derin bir soluk çeken adam kaçıncı kez duraksadığını bilmediği bu gecede kesti ilerleyişini yeniden. İç çekişi öfkesinin belirtisi olurken Sahra geri çekilmedi.
‘Küçük kız çocuğu bunu bir kez daha tekrarlarsan bu gece seni canlı canlı yakmamı engelleyecek kudrete sahip misin’ diye sordu üzerine doğru adımlarken.
‘Ha-hayır,efendim’ dedi kekelemesine engel olamazken birkaç adım geri sendeledi. Heybetli gövdesi üzerine eğilmişken ve alev alev yanan gözleri yüzünde geziniyorken korkusu yutkunmasına sebep oldu istemsizce.
‘O halde evine dönsen iyi olacak’. Gitmek için yeni bir yeltenme ve akabinde içgüdüsel bir hareketle kolunu kavraması arasında ki saliselik anda son cesaret kırıntısı bedenini doldurdu. Keşke yapmasaydı, yüreğinden yükselen o sese kulak vermeseydi. Parmaklarının altında gerilen kaslarını, alevlenmesine binaen gözle görülebilecek duruma gelen yoğun aurası ve öfkenin şekil bulmuş hali olan gözleri takip etti. Yan profilden gözlerine takılan gözleri kırmızının en koyu tonunu yansıtıyordu. Şeytanın dünyada cisim bulmuş bir varisi var deselerdi parmakla göstereceği tek adam olurdu adını bile bilmediği kralın askeri.
‘Çek elini’ demesiyle ateşe değmiş gibi hızla kesti temasını. Adam tüm bedeniyle ona döndüğünde birkaç adım geri sendelemişti.
‘Hayır. Bu gece burada beni yaksan da vazgeçmeyeceğim. Durmam,kralın askeri. Bu fırsat bir daha geçmez elime. Emelime ulaşacak bu yolda her şey mübahtır bana’.
‘Evine git,kadın’. Nükteli sesinin parazit karışmış gibi hırıltılı çıkması korkutucu gelmişti. Ancak geri çekilmedi. İnatla gözlerine bakmaya ve olduğu yerde dikilmeye devam etti. Aralarında sadece birbirlerinin gözlerine temas edebilecekleri kısa bir mesafe kalmıştı. Öfkesine karışan hırıltılı sesi yüzünü yalıyordu.
‘Hayır. Gitmeyeceğim. Vazgeçmeye hiç niyetim yok,kralın askeri’. Söylemlerini takiben kuvvetli parmakları kollarını dirsek eklemlerinden kavramıştı. Kırarcasına sıkıyordu. Canı yansa da sesini çıkartmadı. Şiddetini arttırdıkça dişlerini daha kuvvetle birbirine bastırdı acının etkisini azaltmak için. Lakin ne gözleri milim kapandı ne de bir inilti döküldü dudaklarından. Acı katlanılmaz hale geldiği noktada gözleri kararmaya başladı. Solukları ciğerlerini patlatmak istercesine girip çıkmak istiyordu bedenine. Ama hiçbir tepki vermeden sadece gözlerine baktı. Sadece kollarını dahi kavramasıyla cismine yayılan bu işkence gibi acı hissi geri çekilmesine sebepse de durmayacaktı.
‘Du-durmayacağım,k-kralın ass-keri’ dedi güç bela kurduğu cümleler sinek vızıltısı kadar etkisiz kalmıştı öldürücü öfkesinin karşısında.
‘Yürü’dedi kolundan sertçe çekiştirirken. Hoyratça sürüklediği yolda bir umut ışığı yakalamanın sevinciyle sesini çıkarmadan ilerledi onunla beraber. Yolun sonu kraliyete giden tek şeritli otobanda ki ona ait olan araca çıkmıştı. Aracın sağ kapısını açtı ve içeri ittirdi nazik olmayan bir tavırla. Şöfor koltuğuna geçtiğinde Sahra emniyet kemerini çoktan bağlamıştı. Az önce yaşadıkları anın heyecanı ile aklından tamamen silinirken amacına ulaşmadan ölmek istemiyordu. Bu sebeple yol boyu tek kelime dahi etmedi. Aracın camından daha evvel hiç bulunmadığı kraliyet yolunu ve krallığın silüetini seyre daldı. Bu sessiz kalması için yeterli sebepler sunuyordu ona. Ara sıra öfkeli nefesini suratında hissetse de önemsemedi. Nihayetinde ilk adım atılmıştı bu gece karşılaşmalarıyla beraber. Krallığın simgesi olan şeffaf saraya bağlanan yolda sağ tarafa kıvrılan şeride girmeleri dikkatini celp edince hafifçe doğruldu koltuğunda ve bakışlarını yanında ki adama çevirdi.
‘Nereye gidiyoruz? Beni saraya götürmeyecek misin’? Sorusu havada asılı kalırken beş dakika sonra ihtişamıyla şeffaf saraydan aşağı kalır yanı olmayan bir köşkün önünde duraksadı araç. Ağır demir kapı açılır açılmaz da köşk bahçesinin araç yolunda ilerlemeye devam ettiler. Kontağı kapatmasının akabinde aracın dibinde beliren adama gerekli talimatları verdi ve inmesini söyledi kaba tabirlerle. İkiletmedi kralın askerini. Nitekim henüz yolun başındaydı. Onu daha fazla öfkelendirmemeliydi. Araçtan inmesi birkaç saniyesini almışken bile kralın askeri epey uzaklaşmıştı. Ayaklarına yüklenip koştu. Birkaç adım gerisinde durdu ve takibe koyuldu. Nitekim çok geçmeden köşkün beyaz mermerden yapılmış dış merdivenlerine varmışlardı.
‘Gir içeri’ derken kapıyı açmıştı. İçeri girmesiyle ağzının bir karış açılması arasında gözleri fal taşı gibi büyümüştü. Böyle bir evin rüyasını bile görmek mümkün değilken gerçek mi olmuştu. Kapıyı ardından kapatırken at koşturabilecek genişlikte ki hole ayak basmasıyla geri çekilmesi bir oldu. Böylesine muazzam bir eve çamurlu ayakkabılarla girmek bile korkunç geliyordu. Alelacele ayakkabılarını çıkardı ve holün ortasında donuk bakışlarını üzerine dikmiş adama doğru ilerledi. Ancak evi incelemesi sebebiyle bir an dahi onu dikkate almıyordu.